Çarlık Rusya'sı, batılı Emperyalistler, Osmanlı imparatorlyğu, onların işbirlikçileri ve Şarlatan din adamlarının yalanları, ihanetleri, politik cambazlık ve saldırıları sonucunda, anavatanımız KAFKASYA'dan TOPLU olarak SÜRGÜN edilişimizin üzerinden 130 yıl geçti. Bunun 60 yıla yakın bir zamanı, Osmanlı yönetiminde ve "Topraklarında" "Tebaa" olarak yaşandı (!). Bu süreç içerisinde, kimi çerkes "ileri gelenleri" ve paşalarının onayı ve yönlendiriciliğinde -talan etmek amacıyla Osmanlı'ların ewelden elegeçirdikleri- şimdiki Bulgaristan, Romanya, Yunanistan ve Sırbistan'daki haklı direnişlerin bastırılması için Trakya'ya, Osmanlı Padişah'ı ve ingiliz'lerin isteğiyle, doğudan gelebilecek olan saldırılara karşı saray ve boğaz'ların savunulması için; marmara bölgesinin anadolu tarafına, "celali isyanlarına karşı önlem olarak" Avşar, Kürt, Türkmen, Rum, ve Laz'ların bulundukları bölgelerin arasına yani Samsun-Hatay hattına, bugünkü israif, Suriye, Ürdün üçgeninde Arap'ların ortasına, siyasi ve askeri nedenlerden "mecburi iskan'a tabi tutularak" yerleştirildik. Padişah'ın uygulamalarına karşı çıkan, Türk, Kürt, Arap, Bulgar, Sırp, Arnavut, Ermeni ve Rum topluluklarını baskı altına almak, direnişlerini kırmak veya yok etmek için vazifelendirildik.
Kafkasya' da Rus Çar' ının istilacıordularına karşı yıllarca sürdürdüğümüz direniş savaşlarımızı unutup, istilacı Osmanlı'ları ülkelerinden kovmak istiyen Yunan, Bulgar, Sırp, Ermeni, Arap, Arnavut ve diğer yerli halkların azılı düşmanı ve cellatları olduk ...
Halkımız; Osmanlı Bürokrasisi içinde yer alan bazı Çerkes "büyükleri" tarafından, babasını, kardeşini, çocuklarını ve akrabalarını sırf kendi çıkarlarını korumak için öldürtmekten çekinmeyen, çıkardıkları kanunlarla bunu yasallaştıran, sapık seksüel ilişkilerini ve diğer ahlaksızlıklarını da islami dayanaklar göstererek mübah kabul ettirten, böylelikle de siyasi ve dini (!) önderliği elinde tutmaya devam edebilen, Padişah'lara "kul edildi". Oysa bu Padişah' lar, Çerkes halkına da -yüzyıllardan beri- hep ihanet ve düşmanlık yapmışlardır. Mısır'da, 1382-1517 yılları arasında ÇERKES'lerin hakim olduğu BURCiYE (Memluklar) devletini de, Yavuz Sultan Selim (işbirlikçi ve hainlerin yardımıyla) yıkmış ve binlerce ÇERKES' i katletmiş, sonrada,Kahire'de "himayemizde" yaşayan, Halife EI-Mütevekkil' den hilafeti satın (!) alarak, HALiFE' lik ünvanını ele geçirmiştir. "Osmanlı Devleti'nin Padişahı, Halife'dir, peygamber vekilidir, ona biat edilmelidir" sözlerinin temelinde, işte böylesine katliamlar ve dalavereler yatmaktadır ... Tarihsel ve güncel gerçekleri gizleyen veya saptıran "resmi tarih yazıcıları (!)ve Çerkes işbirlikçileri, Kafkasya kökenli insanlara; ayaklanma bölgelerinde ve diğer savaş alanlarında -Halife ünvanlı, insan kasabı Padişah'ların çıkarları için- katliamlar yaptırttılar. " Bu arada "bizden de" binlerce insan öldü. Bunlara "şehit" dendi. Oysa başkalarının özgürlüğünü yok etmek isterken ölene hiç şehit denir mi?
Bu kanlı süreç yaşanırken, kimi beylerimiz (!) ise, saray ve çevresiyle akrabalıklar tesis edip, Osmanlı devletinin hiyerarşik yapısında üstlere çıkıp, cesaretleri ve kanlar pahasına elde edilen talandan payalıp, zenginleştiler. Bu dönemde, yurtsever duygular taşıyan kimi çerkes aydınları, dernekler kurup, yayınlar çıkardılar. Ancak; "islamıık'ta milliyetçilik yoktur, hepimiz HZ.Muhammed' in ümmetiyiz" belirlemesi (!), onların -tüm iyi niyetlerine rağmen- Ulusal sorunumuzu öne çıkarmalarını engelledi. Bu nedenle de bütün yeteneklerini ve imkanlarını, Padişah'ın emrine sunup, tüm olayları onun çıkarlarına göre değerlendirdiler. Bu sebepten dolayı da, aydınlarımızın ulusal konumuzla ilgili uğraşıları, Akademik düzeyde kaldı. Hatta zaman zaman "işbirlikçi durumlara" bile yuvarlandılar. 1878 ABHAZVA çıkartması da bu yüzden "öyle" sonuçlanmış, istanbul' da çerkes hanımlarının öncülüğünde açılan, örnek Çerkes okulu da, aynı "mantık" yüzünden korunamamistir...
Bu arada hakim çevrelerle iç-içe geçen kimi "Çerkes'ler"; birbirlerinin karısına, kızına ve komşularına göz koyanları eleştirip, bizim adetlerimizi yücelteceklerine, namussuz kişilerin, kendilerine, eşlerine ve toplumlarına güvenmediklerinden dolayı, ortaya attıkları düşünceleri, herkese kabul ettirmek istediler. Hanımların misafir karşısına çıkmayarak, saklanması, "ÖCÜ gibi örtünmeleri" ve el sıkmamak gibi, toplumsal ahlakımıza göre terbiyesizlik olan davranışları, "islam şeriati'ne göre doğrudur" diyerek, ABHAZ, ADiGE ahlakını değiştirmeye, küçük düşürmeye, bazen de iğdiş etmeye kalktılar. Saygı, sevgi ve güven temelindeki kadın-erkek toplumsal birlikteliklerimizin yerine; haremlik-selamlık gibi basitlikleri yerleştirmeye çalıştılar. Bunlar düğünlerimize davul-zuma'yı sokup, karşılayıcı olarak da, kadın kıyafetiyle göbek atan köçekleri kullandılar. Çünkü onlar, erkek çocuklara tecavüz ederek "erkek" liğini ispatlayan (!) ve "çok Şehzade olmasın" diyerek, oğullarını da, bu tür ilişkilere teşvik eden, Padişah baba'larından öyle görmüşlerdi! ..
Kafkasya' da Rus Çar' ının istilacıordularına karşı yıllarca sürdürdüğümüz direniş savaşlarımızı unutup, istilacı Osmanlı'ları ülkelerinden kovmak istiyen Yunan, Bulgar, Sırp, Ermeni, Arap, Arnavut ve diğer yerli halkların azılı düşmanı ve cellatları olduk ...
Halkımız; Osmanlı Bürokrasisi içinde yer alan bazı Çerkes "büyükleri" tarafından, babasını, kardeşini, çocuklarını ve akrabalarını sırf kendi çıkarlarını korumak için öldürtmekten çekinmeyen, çıkardıkları kanunlarla bunu yasallaştıran, sapık seksüel ilişkilerini ve diğer ahlaksızlıklarını da islami dayanaklar göstererek mübah kabul ettirten, böylelikle de siyasi ve dini (!) önderliği elinde tutmaya devam edebilen, Padişah'lara "kul edildi". Oysa bu Padişah' lar, Çerkes halkına da -yüzyıllardan beri- hep ihanet ve düşmanlık yapmışlardır. Mısır'da, 1382-1517 yılları arasında ÇERKES'lerin hakim olduğu BURCiYE (Memluklar) devletini de, Yavuz Sultan Selim (işbirlikçi ve hainlerin yardımıyla) yıkmış ve binlerce ÇERKES' i katletmiş, sonrada,Kahire'de "himayemizde" yaşayan, Halife EI-Mütevekkil' den hilafeti satın (!) alarak, HALiFE' lik ünvanını ele geçirmiştir. "Osmanlı Devleti'nin Padişahı, Halife'dir, peygamber vekilidir, ona biat edilmelidir" sözlerinin temelinde, işte böylesine katliamlar ve dalavereler yatmaktadır ... Tarihsel ve güncel gerçekleri gizleyen veya saptıran "resmi tarih yazıcıları (!)ve Çerkes işbirlikçileri, Kafkasya kökenli insanlara; ayaklanma bölgelerinde ve diğer savaş alanlarında -Halife ünvanlı, insan kasabı Padişah'ların çıkarları için- katliamlar yaptırttılar. " Bu arada "bizden de" binlerce insan öldü. Bunlara "şehit" dendi. Oysa başkalarının özgürlüğünü yok etmek isterken ölene hiç şehit denir mi?
Bu kanlı süreç yaşanırken, kimi beylerimiz (!) ise, saray ve çevresiyle akrabalıklar tesis edip, Osmanlı devletinin hiyerarşik yapısında üstlere çıkıp, cesaretleri ve kanlar pahasına elde edilen talandan payalıp, zenginleştiler. Bu dönemde, yurtsever duygular taşıyan kimi çerkes aydınları, dernekler kurup, yayınlar çıkardılar. Ancak; "islamıık'ta milliyetçilik yoktur, hepimiz HZ.Muhammed' in ümmetiyiz" belirlemesi (!), onların -tüm iyi niyetlerine rağmen- Ulusal sorunumuzu öne çıkarmalarını engelledi. Bu nedenle de bütün yeteneklerini ve imkanlarını, Padişah'ın emrine sunup, tüm olayları onun çıkarlarına göre değerlendirdiler. Bu sebepten dolayı da, aydınlarımızın ulusal konumuzla ilgili uğraşıları, Akademik düzeyde kaldı. Hatta zaman zaman "işbirlikçi durumlara" bile yuvarlandılar. 1878 ABHAZVA çıkartması da bu yüzden "öyle" sonuçlanmış, istanbul' da çerkes hanımlarının öncülüğünde açılan, örnek Çerkes okulu da, aynı "mantık" yüzünden korunamamistir...
Bu arada hakim çevrelerle iç-içe geçen kimi "Çerkes'ler"; birbirlerinin karısına, kızına ve komşularına göz koyanları eleştirip, bizim adetlerimizi yücelteceklerine, namussuz kişilerin, kendilerine, eşlerine ve toplumlarına güvenmediklerinden dolayı, ortaya attıkları düşünceleri, herkese kabul ettirmek istediler. Hanımların misafir karşısına çıkmayarak, saklanması, "ÖCÜ gibi örtünmeleri" ve el sıkmamak gibi, toplumsal ahlakımıza göre terbiyesizlik olan davranışları, "islam şeriati'ne göre doğrudur" diyerek, ABHAZ, ADiGE ahlakını değiştirmeye, küçük düşürmeye, bazen de iğdiş etmeye kalktılar. Saygı, sevgi ve güven temelindeki kadın-erkek toplumsal birlikteliklerimizin yerine; haremlik-selamlık gibi basitlikleri yerleştirmeye çalıştılar. Bunlar düğünlerimize davul-zuma'yı sokup, karşılayıcı olarak da, kadın kıyafetiyle göbek atan köçekleri kullandılar. Çünkü onlar, erkek çocuklara tecavüz ederek "erkek" liğini ispatlayan (!) ve "çok Şehzade olmasın" diyerek, oğullarını da, bu tür ilişkilere teşvik eden, Padişah baba'larından öyle görmüşlerdi! ..
Bu gün de, Kafkasyalı kimliğine yakışmayan hareketler yapan kişiler vardır.
Bunlar o eski geleneğin (!) temsilcileridirler. Bu nedenden dolayıdır ki onlar da şimdi, Çerkes'liklerini; dansöz oynatıp, orasına-burasına bahşiş sokup, masa üstlerinde, göbek atarak göstermektedirler. Bıraktık bunların, ABHAZYA'ya gelip, işgalci Faşist'lere kurşun yağdırmalarını, buraya; gerekli olan maddi desteği bile çok görmüşlerdir. Ve bu kişiler hala, milyonlarca Türk liralık mermiyi, havaya sıkıp, içki içerek, hızlı araba kullanarak, "Abaza kotolosu" veya dedikodu yaparak zamanlarını geçirmektedirler. Bir bölüm Çerkes ise, islamlık adına, Çerkes terbiyesine hiç yakışmayan davranışlarda bulunmakta ve bunu şimdi de Halkımıza benimsetmeye çalışmaktadırlar. "kanlarından şüphe edilen" bir diğer grup ise, Türk ve Kürt Faşist'lerinin bayraktarlığını yapmaktadır. Diğer bir kesim ise, bazı kişisel çıkarlar elde etmek amacıyla, bugünkü, ahlaksızlık ve soygunculuk düzenini savunan Partilerin içinde bulunmakta ve zaman-zaman onların "Fedai'liğini "yapıp birbirlerini vurmaktadırlar!.. .
Osmanlı devleti yöneticilerinin; siyasi, ve ahlaki düşkünlüğü, bilim ve teknikte, yobazların ilerlemeyi engellemeleri, Avrupa-Asya arasındaki ticaret yollarının değişmesi, Osmanlı ordusunun modernize edilememesi, işgal edilmiş ülkelerdeki yerli halkların direniş savaşlarının başarıya ulaşması ve 1. Dünya savaşı yenilgisi, Osmanlı imparatorluğunun parçalanmasına sebep oldu. istanbul hükümeti etkisiz hale düştü. Sevr antlaşmasıyla "Ülke" işgal edilmeye başlandı. Küçük bir bölge "Osmanlılara" bırakıldı. "Ülke de düzen" kalmadı. Hırsızlık, yağmacılık, cinayet ve namusa saldırı gibi suçlar, Padişah dönemini aratacak dereceye çıktı... işte böyle bir ortamda, Osmanlı devletine hizmet ederek, geçimini sağlayan ve işsiz kalma tehlikesiyle karşı karşıya kalan, bazı ordu mensupları ve memurlar, toplumun üzerindeki dini etkinliklerini kaybetmek istemeyen imam, hoca, şeyh, dede gibi, ruhani liderlerin bir kısmı, gayri müslümlerin mallarını ve kazanç yollarını elde etmek isteyen şehir ve kasabalardaki nüfuz sahiplerinin bir bölümü, topraklarını yitirmekten korkan kimi toprak ağaları, Komünistler ve "idealist"ler, önceleri bağımsız olarak, sonra ise; M.KEMAL'in etrafında toplanarak; "Padişahımız esir edilmiştir, vatanı ve Sultan'ımızı kurtarmak için, dinimiz ve namusumuz için, Şehit olup Cennet'e gidebilmek için, ulusal ve sosyal kurtuluşumuz için savaşmalıyız" sloganlarını kullanarak, köylü ve işçiler "bazen baskı yöntemine de başvurularak" ikna (!) edilip, örgütlendirilerek, savaşa sürüldüler. Böylece onların canları ve kanları üzerine "KURTULUŞ SAVAŞı DESTANı" yaratıldı ve ”yazıldı” da!
Biz, Kafkasya kökenlilerin bilinen özelliği, "Türk'lerin kurtulamayış savaşında da" kendini gösterdi... yani "Kral'dan çok, Kral'cı kesilmek" .
Çerkes' lerin bir bölümü, çerkes (Ançok) Ahmet ANZAVUR' un önderliğinde, Türk'lerin Padişah' ını "korumak" için kuvayiinzibati' ye saflarında, Çerkes' lerin (diğerlerine) nazaran daha gerçekçi ve Politik bilinci ve öngörüsü fazla olan kesimi ise, (ilk Başvekil) Aşharuva Hüseyin Rauf ORBAY’ın direktifiyle; Kuvayi Seyyare' yi kuran, çerkes Pşevu Ethem Bey' e bağlanarak, mücadeleye atıldılar ...
"Sivas Kongresinde, Anadolu ve Rumeli müdafayı hukuk cemiyetinin temsil kuruluna seçilen, 12 kişiden 5'i Çerkes' di. ... Anadolu "ihtilal" inin istanbul hükümetince tanındığı, Amasya buluşmasında, M.KEMAL dışında, istanbul hükümetini ve Anadolu "ihtilali"ni temsil edenlerin tamamı Çerkesdi .. Anadolu' ya geçmek isteyenlerin, çalıntı silah ve cephanelerin, gizlice kuvayi milliye' ye gönderilmesini örgütleyenler de, atış okulu kumandanı Yenibahçeli Çerkes Mehmet Şükrü Oğuz bey ve diğer Çerkes ve de Laz militanlardı.
Almanya'da Spartakist' lerle birlikte hareket eden, Çerkes Ethem NEJAT ise, anadolu üzerinden Bakü'ye geçmiş ve (TKP) Türkiye Komünist Partisi' nin ilk genel sekreteri seçilmişti. ... Çerkes Hakkı BEHİÇ (BAYIÇ) (ilk Maliye ve içişleri Bakam) ise, Yeşil Ordu, Halk Fırkası ve legal TKP'nin kurucusu olmuş ve genel sekreterliğini üstlenmişti. Teşkilatı Mahsusenin (MAH) (o zamanki MiT) başkanı, Çerkes Sencer Eşref KUŞÇUBAŞı ise, aynı teşkilatın militanı kardeşi, Ahmet KUŞÇUBAŞı' mn çiftliğinde, Çerkes Albay (Zaraho) Bekir Sami (ilk Dışişleri Bakam) ile, karargah kurup, orada planlar yapmışlar ve Enver Paşa' nın bilgisi dahilinde gizlice depolanan silahların, Çerkes Ethem Bey'in komutasındaki "Çete" lere aktarılmasım sağlamışlardı ...
Annesi Çerkes olan Osmanlı imparatorluğunun Baş komutan yardımcısı Enver Paşa ise, Çerkes Hacı Sami KUŞÇUBAŞı tarafından, ikna edilerek "taze güçler" toplamak üzere, KAFKASYA’ya'" gönderilmişti.. .
Bunlar o eski geleneğin (!) temsilcileridirler. Bu nedenden dolayıdır ki onlar da şimdi, Çerkes'liklerini; dansöz oynatıp, orasına-burasına bahşiş sokup, masa üstlerinde, göbek atarak göstermektedirler. Bıraktık bunların, ABHAZYA'ya gelip, işgalci Faşist'lere kurşun yağdırmalarını, buraya; gerekli olan maddi desteği bile çok görmüşlerdir. Ve bu kişiler hala, milyonlarca Türk liralık mermiyi, havaya sıkıp, içki içerek, hızlı araba kullanarak, "Abaza kotolosu" veya dedikodu yaparak zamanlarını geçirmektedirler. Bir bölüm Çerkes ise, islamlık adına, Çerkes terbiyesine hiç yakışmayan davranışlarda bulunmakta ve bunu şimdi de Halkımıza benimsetmeye çalışmaktadırlar. "kanlarından şüphe edilen" bir diğer grup ise, Türk ve Kürt Faşist'lerinin bayraktarlığını yapmaktadır. Diğer bir kesim ise, bazı kişisel çıkarlar elde etmek amacıyla, bugünkü, ahlaksızlık ve soygunculuk düzenini savunan Partilerin içinde bulunmakta ve zaman-zaman onların "Fedai'liğini "yapıp birbirlerini vurmaktadırlar!.. .
Osmanlı devleti yöneticilerinin; siyasi, ve ahlaki düşkünlüğü, bilim ve teknikte, yobazların ilerlemeyi engellemeleri, Avrupa-Asya arasındaki ticaret yollarının değişmesi, Osmanlı ordusunun modernize edilememesi, işgal edilmiş ülkelerdeki yerli halkların direniş savaşlarının başarıya ulaşması ve 1. Dünya savaşı yenilgisi, Osmanlı imparatorluğunun parçalanmasına sebep oldu. istanbul hükümeti etkisiz hale düştü. Sevr antlaşmasıyla "Ülke" işgal edilmeye başlandı. Küçük bir bölge "Osmanlılara" bırakıldı. "Ülke de düzen" kalmadı. Hırsızlık, yağmacılık, cinayet ve namusa saldırı gibi suçlar, Padişah dönemini aratacak dereceye çıktı... işte böyle bir ortamda, Osmanlı devletine hizmet ederek, geçimini sağlayan ve işsiz kalma tehlikesiyle karşı karşıya kalan, bazı ordu mensupları ve memurlar, toplumun üzerindeki dini etkinliklerini kaybetmek istemeyen imam, hoca, şeyh, dede gibi, ruhani liderlerin bir kısmı, gayri müslümlerin mallarını ve kazanç yollarını elde etmek isteyen şehir ve kasabalardaki nüfuz sahiplerinin bir bölümü, topraklarını yitirmekten korkan kimi toprak ağaları, Komünistler ve "idealist"ler, önceleri bağımsız olarak, sonra ise; M.KEMAL'in etrafında toplanarak; "Padişahımız esir edilmiştir, vatanı ve Sultan'ımızı kurtarmak için, dinimiz ve namusumuz için, Şehit olup Cennet'e gidebilmek için, ulusal ve sosyal kurtuluşumuz için savaşmalıyız" sloganlarını kullanarak, köylü ve işçiler "bazen baskı yöntemine de başvurularak" ikna (!) edilip, örgütlendirilerek, savaşa sürüldüler. Böylece onların canları ve kanları üzerine "KURTULUŞ SAVAŞı DESTANı" yaratıldı ve ”yazıldı” da!
Biz, Kafkasya kökenlilerin bilinen özelliği, "Türk'lerin kurtulamayış savaşında da" kendini gösterdi... yani "Kral'dan çok, Kral'cı kesilmek" .
Çerkes' lerin bir bölümü, çerkes (Ançok) Ahmet ANZAVUR' un önderliğinde, Türk'lerin Padişah' ını "korumak" için kuvayiinzibati' ye saflarında, Çerkes' lerin (diğerlerine) nazaran daha gerçekçi ve Politik bilinci ve öngörüsü fazla olan kesimi ise, (ilk Başvekil) Aşharuva Hüseyin Rauf ORBAY’ın direktifiyle; Kuvayi Seyyare' yi kuran, çerkes Pşevu Ethem Bey' e bağlanarak, mücadeleye atıldılar ...
"Sivas Kongresinde, Anadolu ve Rumeli müdafayı hukuk cemiyetinin temsil kuruluna seçilen, 12 kişiden 5'i Çerkes' di. ... Anadolu "ihtilal" inin istanbul hükümetince tanındığı, Amasya buluşmasında, M.KEMAL dışında, istanbul hükümetini ve Anadolu "ihtilali"ni temsil edenlerin tamamı Çerkesdi .. Anadolu' ya geçmek isteyenlerin, çalıntı silah ve cephanelerin, gizlice kuvayi milliye' ye gönderilmesini örgütleyenler de, atış okulu kumandanı Yenibahçeli Çerkes Mehmet Şükrü Oğuz bey ve diğer Çerkes ve de Laz militanlardı.
Almanya'da Spartakist' lerle birlikte hareket eden, Çerkes Ethem NEJAT ise, anadolu üzerinden Bakü'ye geçmiş ve (TKP) Türkiye Komünist Partisi' nin ilk genel sekreteri seçilmişti. ... Çerkes Hakkı BEHİÇ (BAYIÇ) (ilk Maliye ve içişleri Bakam) ise, Yeşil Ordu, Halk Fırkası ve legal TKP'nin kurucusu olmuş ve genel sekreterliğini üstlenmişti. Teşkilatı Mahsusenin (MAH) (o zamanki MiT) başkanı, Çerkes Sencer Eşref KUŞÇUBAŞı ise, aynı teşkilatın militanı kardeşi, Ahmet KUŞÇUBAŞı' mn çiftliğinde, Çerkes Albay (Zaraho) Bekir Sami (ilk Dışişleri Bakam) ile, karargah kurup, orada planlar yapmışlar ve Enver Paşa' nın bilgisi dahilinde gizlice depolanan silahların, Çerkes Ethem Bey'in komutasındaki "Çete" lere aktarılmasım sağlamışlardı ...
Annesi Çerkes olan Osmanlı imparatorluğunun Baş komutan yardımcısı Enver Paşa ise, Çerkes Hacı Sami KUŞÇUBAŞı tarafından, ikna edilerek "taze güçler" toplamak üzere, KAFKASYA’ya'" gönderilmişti.. .
Sonradan ATATÜRK adı verilen, "sarı Paşa" nın emrinde bir hizmet eri varken, çerkes önderler; işgalcilere, işgalci devletlerle işbirliği yapan kişilere, dindar maskeli şarlatanlara, Padişah ve ingiliz'lerin kandırıp, desteklediği "isyan"cılara ve de çapulculara karşı, önce yüzlerce, sonraları ise binlerce savaşçıyı, Ülkeyi kurtarmak için her türden yönteme baş vurarak hazırlamışlar ve savaşa sürmüşlerdi bile ...
Almanya'nın Faşist lideri HiTLER' in "benim hocam" diyerek, onurlandırdığı ve uygulamalarını (!) örnek aldığı M.KEMAL' in, çerkes önderlere teşekkürü ise; ihanet, entrika, Provakasyon, tuzak, acımasızlık ve yüzlerce Kafkasyalı'nın öldürülmesi, onbinlerce çerkes ailesinin mallarının yağma edilmesi, yakıp-yıkmalar, yasaklar ve tekrar sürgün, olmuştur ...
Çerkes'lerin yönlendirdiği, Kuvayi seyyare'nin tasfiyesinden (!) sonra sıra; Türkiye solunun önder kadrolarının imhasına, zindanlara doldurulmasına, kimilerinin ise satın alınıp, bu anlı şanlı "kurtarılmış" ülkenin, Paşa' lar, Ağa' lar ve "Koç" lar arasında paylaştırılmasına, geldi ...
Bir süre sonra da, binlerce Kürd' ün katledilmesiyle, Türk' lerin "ATA" ‘sı rahata erdi. Sonuçta; savaşmış işçi'ler, köylü'ler ve yoksul'lar gene perişan, gene aç ve açık ortada kaldılar ...
"Şehit" denilenlerin, arkada perişan halde kalan eşlerini ve kızlarını ve de bir avuç Toprağını da, direnişe katılmayıp, önce işgalcilere yaltaklanan, sonra ise Kemalist' lere "secde" eden eşraf ve lümpenler aldı. Savaştan sakat dönenler dilenmeye bırakıldılar. Sağlam gelenlere ise, ırgat ve ücretli köle olma imtiyazı (!) verildi.. .
Kafkasya kökenli insanlarımız, bu "savaş" sırasında Türkiye için, biribirlerine de silah çektiler. Bu nedenle aralarına Kama girdi. Adige'ler ve Abhaz' ların içinde kırgınlık ve güvensizlik tohumları oluştu. Bu "olguyu" düzenbazlar ve hainler, bu gün kendi "özel" çıkarları için kullanmaktadırlar ...
Kemalist'ler; kariyerist, hain, ahlaksız, korkak, alçak, kaypak, hırsız ve dindar geçinen şarlataların saygı göreceği ve de alkışlanacağı bir düzeni, namuslu insanlarla birlikte kuramazlardı. Bunu pratikte görüp, anlamışlardı. Bu nedenle, M.KEMAL ve onun emrinde olanlar, "kendi geleceklerinin selameti için, namuslu insanlara saldırmak zorundaydılar" Bu saptamanın neticesinde; "görev aşkı" cesaret ve iyi niyetle mücadeleye atılmış ve hiçbir şekilde kariyer hesabı yapmamış olan çerkes önderleri ve çerkes devrimcileri, ya katledildi, ya da tasfiye edildiler. Az sayıda çerkes önderi ise, "TÜRK topraklarını" "onlara" bırakarak, başka "Vatan" bulmaya gittiler... Bazıları ise, sadece verilen görevleri (!) ses çıkartmadan yaptıkları için "kurtulabildiler"! ..
600 yılı aşkın bir süredir, Sultan' larının ve çevresinin ihanet ve ahlaksızlıklarını göre göre, bu mantık ve davranış biçimini normal kabul eden "Türk" toplumu, TC. Devleti kurulduktan ve kapitalizm yoluna sokulduktan sonra, daha da hızlı bir biçimde çürümeye başladı. Padişah'ın yerine geçen kişiye, "Bir Türk Dünya' ya Bedeldir" diyerek, ona "ATATÜRK" adını verdiler .
130 yıldır "onların" içinde yaşayan bizlere de; sırf kariyer ve para kazanmak için, her türden "yöntemi" kullanmayı mübah gören, bu insanlık dışı anlayış bulaştı. Ulusal değerlerimizi yok etme veya çarpıtma girişimleri, normal görülmeye başlandı. Tarih yeniden yorumlanarak(!) Türk'lerin bir kolu olduğumuz propoganda edildi. Toplumumuz içerisinden, "islam'lıkla şereflendirildiğimizi" iddia edecek kadar, ulusal haysiyet ve bilinçten uzak, politik olarak geri(!), "aydınlar" Çıktı... Kendi anadilini konuşmamak, başka ulustan biri ile evlenmek modern(!) olmanın ölçüsü olarak gösterildi. TC, Suriye, Ürdün, Yugoslavya ve israil' de yaşayanlar, bulundukları ülkenin çıkarlarını, ulusal çıkarlarımızdan daha önemli gördüler. Kendilerini yönetenlerin tüm uygulamalarının destekçisi oldular. Anavatanımız Kafkasya' nın unutturulması çalışmalarını da savundular ...
1950' li yıllardan sonra kurulan Kafkas dernekleri, daha çok zengin çerkes'lerin ve iyi niyetli kimi insanlarımızın, kendi aralarında toplanarak, folklor çalışmaları yapıp, eğlence ve geziler düzenledikleri yerler olarak değerlendirildi. Bu arada içlerindeki bazı aydınlar, geçmişimizi kitleye doğru öğretebilmek için, yayın çalışmalarına hız verdiler .
1961 Anayasasının getirdiği "kimi" haklar ışığında, Devrimcilerin uğraşıları sonucu yaratılan, Devrimci işçi Sendikaları Konfederasyonu DiSK, TİP, TÖS ve FKF gibi yapılanmalar, Türkiye toplumunun çürümüşlüğünü durdurmaya ve "onları" tekrar "insan" yapmaya çalıştı. Ancak Türkiye insanlarının çoğunluğu, ihanet ve namussuzluğa o kadar çok alıştırılmıştı ki, onlar bu öncülerin, MHP'li Faşist'ler tarafından öldürülmelerine ses çıkarmadılar. S.DEMiREL ve Baki TUĞ gibi kişilerin Türk ceza kanununa göre, ortada idamlık bir "suç" olmadığı halde, vatanseverleri asmalarına ve Kemal YAZICIOĞLU benzeri işkencecilerin, işkence yapmalarına alkış tuttular. "Üç kuruş mükafat alacağım" diyerek, devrimci ve vatansever'leri ihbar ettiler .
12 Eylül 1980’den sonra, Vatanseverlik duyguları "Ülke" de hızla yok edilmeye çalışıldı. Bunu sağlamak için onbinlerce namuslu, vatanını seven insan, işkencelerden geçirildi. 300’den fazla kişi, devlet güçleri tarafından işkence tezgahlarında katledildi. Yüzlerce kişi "faili meçhul" cinayetlere kurban gitti. Devlet; ahlaksızlık ve yalancılığı, iktidarı ele geçirmek için "mübah" kabul eden, Amerikan Emperyalizmine karşı olduğunu iddia edip de, Suudi Arabistan'ın emrinden çıkmayan, Refah Partisi'nin Şarlatanlarını ve Hizbullah'çı katilleri, koruyarak, onları vatanseverlerin üzerine saldı ... Bütün bu insanlık dışı uygulamalar yapılırken, halka da "köşe dönme" mantığı içirildi. Bütün manevi değerler, para sahibi olmaya endekslendi. Vatan ve insan sevgisi, dürüstlük gibi kavramlar, aptalca "şeyler" olarak kabul edilmeye başlandı. Artık rezillik diz boyu idi..
1994 Yılında "Ülke" ye bakıldığında, Türkiye toplumunun çoğunluğunda "karakter" olarak olumlu bir değişiklik görülmemektedir. Bu "insanlar"; kadın satan, genelev patroniçesi M.MANUKYAN'ı "vergi" rekortmeni diyerek ödüllendiren, korkunç yenge "Aptal Madam"’ı Başbakan'lığa layık gören, 1971 ve 1980’de Amerikancı General'lerin askeri darbeleriyle, makamını korkudan sesini bile çıkartmadan, bırakıp köşesine sinen, S.DEMIREL' e "Baba" ismi konularak, Çankaya'ya çıkartılmasına sevinebilen, "zavallı bir toplum" olma özelliğini, halen - özenle - korumaktadır!.
12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 Askeri darbelerini yaparak, kendisini "seçildiği" yerden indiren, TBMM'ni ve Anayasayı silah zoruyla ortadan kaldıran ve böylelikle de idamlık suç işleyen General'leri, mahkemeye veremeyecek kadar korkak ve şerefi az olan, eli vatanseverlerin kanına bulaşmış S.DEMiREL, şimdi TC. Devletinin başıdır. Bu kişi bilindiği gibi, Başbakanlık yaptığı 1992 yllında,TC’ye gelen ABHAZYA Reisicumhuru ile görüşmeyi kabul etmemiş, Faşist Edvard ŞEVARDNADZE'yi ise dost ilan ederek, onunla yeni antlaşmalar imzalamış ve bu Faşist'e ABHAZYA'ya saldırma ve yüzlerce kardeşimizi öldürme cesaretini vermiş; Savaş sırasında da ona yardım etmeye devam etmiştir. işte bu S. DEMiREL bu gün hala E. ŞEVARDNADZE'yi destekleyeceğini söylemektedir. Türk'ler boşuna dememişler "Katilin dostu, Katildir" diye. Şimdi hal böyleyken S.DEMiREL ve Madam ÇiLLER'in kanlı DYP'sini desteklemeye devam eden insanlarımız bir kez daha düşünmeli ve kendilerine iyi bir "isim" bulmalıdırlar.
1923’ten bu yana TC’de yönetime gelen tüm Partiler, bu "Ülke" de yaşayan "Türk" olmayan insanları asimile etmeye uğraşmış, çalışan insanların hepsini ezmiş ve azgınca sömürmüştür. Ancak TC. bugün Yunanistan ve Bulgaristan’daki "Türk kökenlilerin Demokratik hak ve özgürlükleri ortadan kaldırılıyor" diyerek, her yerde "demokrasi savunuculuğu" yapmaktadır. Sırbistan ve Bosna'daki olaylara karşı da, "insan hakları" koruyuculuğunda birinciliği kimseye kaptırmamaktadır.
Bu "Demokrat" Koalisyon Hükümeti'nin aynı yetkilileri içeride ise; Kürt ulusunun değil, ulusal demokratik hak ve özgürlükleri, onların yaşamlarına bile tahammül edememektedir..
Irkçı DYP / SHP Koalisyon Hükümeti de, evvelki iktidarlar gibidir ve MGK 'nin Faşist ideolojisine uygun hareket etmektedir. Bunlar; Kürt' lerin, Türk'lerle karşılıklı saygı ve hak eşitliği temelinde, kardeşçe bir arada yaşama önerilerini, işte bu nedenle görmezlikten gelerek, ateşle yanıtlamakta ve her türlü terörü uygulayarak, gayet normal olan bu haklı istemleri dile getirenleri, susturmaya ve yok etmeye uğraşmaktadır. Dünya kamu oyu önünde, Kürt'lere baskı yapmadıklarını kanıtlamak için, "Kürt" Hikmet ÇETiN'i dışişleri bakanı olarak kullanırlarken, oğullarını çeşitli dalaverelerle "Askerlik hizmeti yapmaktan" kaçıran, bir diğer ulusal hain genel kurmay başkanı Doğan GÜREŞ isimli kişiyi ise, halkımızın ve vatanımız ABHAZYA'nın düşmanı E.ŞEVARDNADZE ile tokalaştırmaktadırlar.. TC. Devleti bunları yaparken, Çeçen islam Cumhuriyeti' nin başı şeriatçı CUHAR DUDAYEF'i de; Türk, Kürt ve "Çerkes" Faşistlerinin başı, A.TÜRKEŞ ile öpüştürmeyi unutmamaktadır! ..
Almanya'nın Faşist lideri HiTLER' in "benim hocam" diyerek, onurlandırdığı ve uygulamalarını (!) örnek aldığı M.KEMAL' in, çerkes önderlere teşekkürü ise; ihanet, entrika, Provakasyon, tuzak, acımasızlık ve yüzlerce Kafkasyalı'nın öldürülmesi, onbinlerce çerkes ailesinin mallarının yağma edilmesi, yakıp-yıkmalar, yasaklar ve tekrar sürgün, olmuştur ...
Çerkes'lerin yönlendirdiği, Kuvayi seyyare'nin tasfiyesinden (!) sonra sıra; Türkiye solunun önder kadrolarının imhasına, zindanlara doldurulmasına, kimilerinin ise satın alınıp, bu anlı şanlı "kurtarılmış" ülkenin, Paşa' lar, Ağa' lar ve "Koç" lar arasında paylaştırılmasına, geldi ...
Bir süre sonra da, binlerce Kürd' ün katledilmesiyle, Türk' lerin "ATA" ‘sı rahata erdi. Sonuçta; savaşmış işçi'ler, köylü'ler ve yoksul'lar gene perişan, gene aç ve açık ortada kaldılar ...
"Şehit" denilenlerin, arkada perişan halde kalan eşlerini ve kızlarını ve de bir avuç Toprağını da, direnişe katılmayıp, önce işgalcilere yaltaklanan, sonra ise Kemalist' lere "secde" eden eşraf ve lümpenler aldı. Savaştan sakat dönenler dilenmeye bırakıldılar. Sağlam gelenlere ise, ırgat ve ücretli köle olma imtiyazı (!) verildi.. .
Kafkasya kökenli insanlarımız, bu "savaş" sırasında Türkiye için, biribirlerine de silah çektiler. Bu nedenle aralarına Kama girdi. Adige'ler ve Abhaz' ların içinde kırgınlık ve güvensizlik tohumları oluştu. Bu "olguyu" düzenbazlar ve hainler, bu gün kendi "özel" çıkarları için kullanmaktadırlar ...
Kemalist'ler; kariyerist, hain, ahlaksız, korkak, alçak, kaypak, hırsız ve dindar geçinen şarlataların saygı göreceği ve de alkışlanacağı bir düzeni, namuslu insanlarla birlikte kuramazlardı. Bunu pratikte görüp, anlamışlardı. Bu nedenle, M.KEMAL ve onun emrinde olanlar, "kendi geleceklerinin selameti için, namuslu insanlara saldırmak zorundaydılar" Bu saptamanın neticesinde; "görev aşkı" cesaret ve iyi niyetle mücadeleye atılmış ve hiçbir şekilde kariyer hesabı yapmamış olan çerkes önderleri ve çerkes devrimcileri, ya katledildi, ya da tasfiye edildiler. Az sayıda çerkes önderi ise, "TÜRK topraklarını" "onlara" bırakarak, başka "Vatan" bulmaya gittiler... Bazıları ise, sadece verilen görevleri (!) ses çıkartmadan yaptıkları için "kurtulabildiler"! ..
600 yılı aşkın bir süredir, Sultan' larının ve çevresinin ihanet ve ahlaksızlıklarını göre göre, bu mantık ve davranış biçimini normal kabul eden "Türk" toplumu, TC. Devleti kurulduktan ve kapitalizm yoluna sokulduktan sonra, daha da hızlı bir biçimde çürümeye başladı. Padişah'ın yerine geçen kişiye, "Bir Türk Dünya' ya Bedeldir" diyerek, ona "ATATÜRK" adını verdiler .
130 yıldır "onların" içinde yaşayan bizlere de; sırf kariyer ve para kazanmak için, her türden "yöntemi" kullanmayı mübah gören, bu insanlık dışı anlayış bulaştı. Ulusal değerlerimizi yok etme veya çarpıtma girişimleri, normal görülmeye başlandı. Tarih yeniden yorumlanarak(!) Türk'lerin bir kolu olduğumuz propoganda edildi. Toplumumuz içerisinden, "islam'lıkla şereflendirildiğimizi" iddia edecek kadar, ulusal haysiyet ve bilinçten uzak, politik olarak geri(!), "aydınlar" Çıktı... Kendi anadilini konuşmamak, başka ulustan biri ile evlenmek modern(!) olmanın ölçüsü olarak gösterildi. TC, Suriye, Ürdün, Yugoslavya ve israil' de yaşayanlar, bulundukları ülkenin çıkarlarını, ulusal çıkarlarımızdan daha önemli gördüler. Kendilerini yönetenlerin tüm uygulamalarının destekçisi oldular. Anavatanımız Kafkasya' nın unutturulması çalışmalarını da savundular ...
1950' li yıllardan sonra kurulan Kafkas dernekleri, daha çok zengin çerkes'lerin ve iyi niyetli kimi insanlarımızın, kendi aralarında toplanarak, folklor çalışmaları yapıp, eğlence ve geziler düzenledikleri yerler olarak değerlendirildi. Bu arada içlerindeki bazı aydınlar, geçmişimizi kitleye doğru öğretebilmek için, yayın çalışmalarına hız verdiler .
1961 Anayasasının getirdiği "kimi" haklar ışığında, Devrimcilerin uğraşıları sonucu yaratılan, Devrimci işçi Sendikaları Konfederasyonu DiSK, TİP, TÖS ve FKF gibi yapılanmalar, Türkiye toplumunun çürümüşlüğünü durdurmaya ve "onları" tekrar "insan" yapmaya çalıştı. Ancak Türkiye insanlarının çoğunluğu, ihanet ve namussuzluğa o kadar çok alıştırılmıştı ki, onlar bu öncülerin, MHP'li Faşist'ler tarafından öldürülmelerine ses çıkarmadılar. S.DEMiREL ve Baki TUĞ gibi kişilerin Türk ceza kanununa göre, ortada idamlık bir "suç" olmadığı halde, vatanseverleri asmalarına ve Kemal YAZICIOĞLU benzeri işkencecilerin, işkence yapmalarına alkış tuttular. "Üç kuruş mükafat alacağım" diyerek, devrimci ve vatansever'leri ihbar ettiler .
12 Eylül 1980’den sonra, Vatanseverlik duyguları "Ülke" de hızla yok edilmeye çalışıldı. Bunu sağlamak için onbinlerce namuslu, vatanını seven insan, işkencelerden geçirildi. 300’den fazla kişi, devlet güçleri tarafından işkence tezgahlarında katledildi. Yüzlerce kişi "faili meçhul" cinayetlere kurban gitti. Devlet; ahlaksızlık ve yalancılığı, iktidarı ele geçirmek için "mübah" kabul eden, Amerikan Emperyalizmine karşı olduğunu iddia edip de, Suudi Arabistan'ın emrinden çıkmayan, Refah Partisi'nin Şarlatanlarını ve Hizbullah'çı katilleri, koruyarak, onları vatanseverlerin üzerine saldı ... Bütün bu insanlık dışı uygulamalar yapılırken, halka da "köşe dönme" mantığı içirildi. Bütün manevi değerler, para sahibi olmaya endekslendi. Vatan ve insan sevgisi, dürüstlük gibi kavramlar, aptalca "şeyler" olarak kabul edilmeye başlandı. Artık rezillik diz boyu idi..
1994 Yılında "Ülke" ye bakıldığında, Türkiye toplumunun çoğunluğunda "karakter" olarak olumlu bir değişiklik görülmemektedir. Bu "insanlar"; kadın satan, genelev patroniçesi M.MANUKYAN'ı "vergi" rekortmeni diyerek ödüllendiren, korkunç yenge "Aptal Madam"’ı Başbakan'lığa layık gören, 1971 ve 1980’de Amerikancı General'lerin askeri darbeleriyle, makamını korkudan sesini bile çıkartmadan, bırakıp köşesine sinen, S.DEMIREL' e "Baba" ismi konularak, Çankaya'ya çıkartılmasına sevinebilen, "zavallı bir toplum" olma özelliğini, halen - özenle - korumaktadır!.
12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 Askeri darbelerini yaparak, kendisini "seçildiği" yerden indiren, TBMM'ni ve Anayasayı silah zoruyla ortadan kaldıran ve böylelikle de idamlık suç işleyen General'leri, mahkemeye veremeyecek kadar korkak ve şerefi az olan, eli vatanseverlerin kanına bulaşmış S.DEMiREL, şimdi TC. Devletinin başıdır. Bu kişi bilindiği gibi, Başbakanlık yaptığı 1992 yllında,TC’ye gelen ABHAZYA Reisicumhuru ile görüşmeyi kabul etmemiş, Faşist Edvard ŞEVARDNADZE'yi ise dost ilan ederek, onunla yeni antlaşmalar imzalamış ve bu Faşist'e ABHAZYA'ya saldırma ve yüzlerce kardeşimizi öldürme cesaretini vermiş; Savaş sırasında da ona yardım etmeye devam etmiştir. işte bu S. DEMiREL bu gün hala E. ŞEVARDNADZE'yi destekleyeceğini söylemektedir. Türk'ler boşuna dememişler "Katilin dostu, Katildir" diye. Şimdi hal böyleyken S.DEMiREL ve Madam ÇiLLER'in kanlı DYP'sini desteklemeye devam eden insanlarımız bir kez daha düşünmeli ve kendilerine iyi bir "isim" bulmalıdırlar.
1923’ten bu yana TC’de yönetime gelen tüm Partiler, bu "Ülke" de yaşayan "Türk" olmayan insanları asimile etmeye uğraşmış, çalışan insanların hepsini ezmiş ve azgınca sömürmüştür. Ancak TC. bugün Yunanistan ve Bulgaristan’daki "Türk kökenlilerin Demokratik hak ve özgürlükleri ortadan kaldırılıyor" diyerek, her yerde "demokrasi savunuculuğu" yapmaktadır. Sırbistan ve Bosna'daki olaylara karşı da, "insan hakları" koruyuculuğunda birinciliği kimseye kaptırmamaktadır.
Bu "Demokrat" Koalisyon Hükümeti'nin aynı yetkilileri içeride ise; Kürt ulusunun değil, ulusal demokratik hak ve özgürlükleri, onların yaşamlarına bile tahammül edememektedir..
Irkçı DYP / SHP Koalisyon Hükümeti de, evvelki iktidarlar gibidir ve MGK 'nin Faşist ideolojisine uygun hareket etmektedir. Bunlar; Kürt' lerin, Türk'lerle karşılıklı saygı ve hak eşitliği temelinde, kardeşçe bir arada yaşama önerilerini, işte bu nedenle görmezlikten gelerek, ateşle yanıtlamakta ve her türlü terörü uygulayarak, gayet normal olan bu haklı istemleri dile getirenleri, susturmaya ve yok etmeye uğraşmaktadır. Dünya kamu oyu önünde, Kürt'lere baskı yapmadıklarını kanıtlamak için, "Kürt" Hikmet ÇETiN'i dışişleri bakanı olarak kullanırlarken, oğullarını çeşitli dalaverelerle "Askerlik hizmeti yapmaktan" kaçıran, bir diğer ulusal hain genel kurmay başkanı Doğan GÜREŞ isimli kişiyi ise, halkımızın ve vatanımız ABHAZYA'nın düşmanı E.ŞEVARDNADZE ile tokalaştırmaktadırlar.. TC. Devleti bunları yaparken, Çeçen islam Cumhuriyeti' nin başı şeriatçı CUHAR DUDAYEF'i de; Türk, Kürt ve "Çerkes" Faşistlerinin başı, A.TÜRKEŞ ile öpüştürmeyi unutmamaktadır! ..
Bağımsızlığını, "Bağımsız TC’ye kabul ettirebilmek için, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ni de tanıdığını açıklayan CUHAR DUDAYEF, her fırsatta, "Gürcüstan, TC ve Çeçen islam Cumhuriyeti' nin birlikte hareket etmesiyle, tüm bölgeye hakim olunabileceğinden" söz etmektedir. Üst düzeyde bunlar kotarılırken, özellikle basın ve Televizyon aracılığıyla da, Kürt düşmanlığı yapılmakta, bunu tabandaki zavallı "çulsuz"lara da yayarak ve onları örgütleyerek, Türk-Kürt toplumsal çatışmasının, zemini yaratılmaya çalışılmaktadır. Diğer yandan da; tank, top, helikopter, jet ve diğer silahlar, özel timler, Hizbullahçı karanlık güçler, MHP' li Faşist Katiller ve Korucu adlı hainler kullanılarak, katliamlar yapılmaktadır. Bu her türden saldırı ve katliamlara karşı, Gerilla savaşı vererek, insanlık onurunu ve halkını korumaya çalışan, Kürdistan işçi Partisi PKK ise, bir terör örgütü olarak gösterilmek istenmektedir ...
Eskiden, Filistin Kurtuluş Örgütü FKÖ ve Yaser ARAFAT'ı da terörist olarak niteliyen TC, günün birinde PKK'yi de tanımak ve onunla masaya oturmak zorunda kalacaktır. Bu istense de istenmese de böyle olacaktır. En son FiLiSTiN ve ABHAZYA örneğinde de görüldüğü gibi, haklı halklar hep galip gelmişlerdir ...
Eskiden, Filistin Kurtuluş Örgütü FKÖ ve Yaser ARAFAT'ı da terörist olarak niteliyen TC, günün birinde PKK'yi de tanımak ve onunla masaya oturmak zorunda kalacaktır. Bu istense de istenmese de böyle olacaktır. En son FiLiSTiN ve ABHAZYA örneğinde de görüldüğü gibi, haklı halklar hep galip gelmişlerdir ...
Bu nedenle de TC. devletinin tutarsızlığı ve Faşist uygulamalarına destek vermek, Kürt halkına ve PKK'ye düşman olmak bize şeref değil, şerefsizlik getirir.
Doğan GÜREŞ, Tansu ÇiLLER, Mehmet GÖLHAN ve milyarderler çocuklarını PKK ile savaşmaya göndermiyorlar da, siz çocuklarınızı niye "ŞEHiT OLMAYA" gönderiyorsunuz?!..
Tüm bu karışık ortamda, şimdi de yerel seçimler gündemimize girmiştir. "Yasal" olanakların eğer "mümkünse" kullanılması gerektiği herkesin malumudur. Bu bağlamda; TC' de yaşayan tüm namuslu insanları; halkların kardeşliği ve hak eşitliği temelinde birleştirerek, bu soyguncular ve ahlaksızlar düzeninin yerine, "demokratik bir yönetim ve düzen" vaad eden, böylelikle biz Kafkasya kökenli insanların istemlerini de, TBMM ve Yerel yönetimlerde şimdilik dile getirebilecek, tek Parti olarak, Demokrasi Partisi DEP görülmektedir. Bu sebepten dolayı da, tüm namuslu kalmış Kafkasya kökenliler DEP'e yardım etmeli, onun içinde veya yanında yer almalıdır. DEP'in aday göstermediği bölgelerde ise, bizim dostlarımızı desteklemek, hepimizin doğal görevi olmalıdır. Halen başka Parti'lerde olan kardeşlerimiz ise, DEP'liIerle veya bizim dostlarımızla konuşup, durum muhakemesi yaparak, ona göre davranmalıdır .
Tüm Kafkasya'nın, özel olarak da ABHAZYA'nın, özgürlüğünün en önemli teminatlarından biri; bizlerin DiASPORA'da Politikaya doğru temelde ağırlığımızı koyup, demokrasiden yana olan güçlerle birlikte hareket ederek, gücümüzü göstermektir. Sadece haklılığımızı anlatmakla veya ricalarla veyahut da biribirinden rezil yöneticilere iltifatlar ederek, taraftar bulunamayacağı ve ABHAZYA'nın Faşist'lerin işgalinden kurtarılamayacağı görülmüştür. ABHAZYA; Abhaz ve diğer kardeşlerimizin, dostlarımızın, Diaspora'daki vatanseverler ve onların içindeki Abrek'lerin askeri ve diplomatik mücadeleleri ve de dayanışmaları olmasaydı kurtarılamazdı.
ABHAZYA'nın işgal edilmesi, Kafkasya ve Diaspora'da yaşayan tüm Kafkasya kökenlilerin -bundan böyle- neler yapması gerektiğini açık seçik ortaya çıkartmıştır. Önümüzdeki tarihsel süreç bize; yerel "güçlerden" bağımsız olarak örgütlenmek, anavatan ve Diaspora arasındaki merkezi ilişkileri sağlamlaştımak ve yardımlaşmak, müttefiklerimizle ilişkileri genişletmek, güçlendirmek ve demokratik kamu oyunu kazanarak, parlamentoları etkileyebilecek gücü yaratmak ve anavatana Dönüşün koşullarını zorlamak, görevlerini vermektedir. Bu çalışmalar ve bulunulan ülkelerdeki demokratik gelişmeler, bizlere daha müsait ortamlarda, çok daha fazla hareket kabiliyeti verecektir. Bu; politik ve ekonomik etkinliğimizin artmasına ve o da hükümetler üzerindeki tesirimizin fazlalaşmasına yol açacaktır... Böylelikle anavatana dönemeyenlerin de, oldukları yerlerden, Kafkasya'ya sürekli politik ve ekonomik destek sunması mümkün olacaktır. Ayrıca bu çalışmalar, kardeşlerimizin Diaspora'da, Politik olarak asimile olmalarını da engelleyecektir. Bunun aksi yapılırsa, yani düzenin kokuşmuşluğunu savunan Parti'lerle beraber olunursa, istemeden dahi de olsa, katliamlara ve her türden anti-demokratik uygulamalara, eksikliklere ve politik asimilasyona da "Evet" denmiş, olacaktır .
Tüm bu karışık ortamda, şimdi de yerel seçimler gündemimize girmiştir. "Yasal" olanakların eğer "mümkünse" kullanılması gerektiği herkesin malumudur. Bu bağlamda; TC' de yaşayan tüm namuslu insanları; halkların kardeşliği ve hak eşitliği temelinde birleştirerek, bu soyguncular ve ahlaksızlar düzeninin yerine, "demokratik bir yönetim ve düzen" vaad eden, böylelikle biz Kafkasya kökenli insanların istemlerini de, TBMM ve Yerel yönetimlerde şimdilik dile getirebilecek, tek Parti olarak, Demokrasi Partisi DEP görülmektedir. Bu sebepten dolayı da, tüm namuslu kalmış Kafkasya kökenliler DEP'e yardım etmeli, onun içinde veya yanında yer almalıdır. DEP'in aday göstermediği bölgelerde ise, bizim dostlarımızı desteklemek, hepimizin doğal görevi olmalıdır. Halen başka Parti'lerde olan kardeşlerimiz ise, DEP'liIerle veya bizim dostlarımızla konuşup, durum muhakemesi yaparak, ona göre davranmalıdır .
Tüm Kafkasya'nın, özel olarak da ABHAZYA'nın, özgürlüğünün en önemli teminatlarından biri; bizlerin DiASPORA'da Politikaya doğru temelde ağırlığımızı koyup, demokrasiden yana olan güçlerle birlikte hareket ederek, gücümüzü göstermektir. Sadece haklılığımızı anlatmakla veya ricalarla veyahut da biribirinden rezil yöneticilere iltifatlar ederek, taraftar bulunamayacağı ve ABHAZYA'nın Faşist'lerin işgalinden kurtarılamayacağı görülmüştür. ABHAZYA; Abhaz ve diğer kardeşlerimizin, dostlarımızın, Diaspora'daki vatanseverler ve onların içindeki Abrek'lerin askeri ve diplomatik mücadeleleri ve de dayanışmaları olmasaydı kurtarılamazdı.
ABHAZYA'nın işgal edilmesi, Kafkasya ve Diaspora'da yaşayan tüm Kafkasya kökenlilerin -bundan böyle- neler yapması gerektiğini açık seçik ortaya çıkartmıştır. Önümüzdeki tarihsel süreç bize; yerel "güçlerden" bağımsız olarak örgütlenmek, anavatan ve Diaspora arasındaki merkezi ilişkileri sağlamlaştımak ve yardımlaşmak, müttefiklerimizle ilişkileri genişletmek, güçlendirmek ve demokratik kamu oyunu kazanarak, parlamentoları etkileyebilecek gücü yaratmak ve anavatana Dönüşün koşullarını zorlamak, görevlerini vermektedir. Bu çalışmalar ve bulunulan ülkelerdeki demokratik gelişmeler, bizlere daha müsait ortamlarda, çok daha fazla hareket kabiliyeti verecektir. Bu; politik ve ekonomik etkinliğimizin artmasına ve o da hükümetler üzerindeki tesirimizin fazlalaşmasına yol açacaktır... Böylelikle anavatana dönemeyenlerin de, oldukları yerlerden, Kafkasya'ya sürekli politik ve ekonomik destek sunması mümkün olacaktır. Ayrıca bu çalışmalar, kardeşlerimizin Diaspora'da, Politik olarak asimile olmalarını da engelleyecektir. Bunun aksi yapılırsa, yani düzenin kokuşmuşluğunu savunan Parti'lerle beraber olunursa, istemeden dahi de olsa, katliamlara ve her türden anti-demokratik uygulamalara, eksikliklere ve politik asimilasyona da "Evet" denmiş, olacaktır .
Bu nedenlerden diyoruz ki, DYP / ANAP gibi, namussuz ve hırsızların doluştuğu, partilerle beraber olmak, bize onur getirmez! ...
MHP gibi, Faşizm'i hakim kılmak isteyen, tüm namuslu insanların düşmanı olan, katillerle birlikte hareket edecek bir kişi, artık bizden kabul edilemez! ...
SHP / CHP / DSP gibi, düzenin pisliklerini temizlemek yerine, gizlemeye çalışan partilere de güvenilemez!.
Refah Parti'sinin, dindar geçinen şarlatanlarıyla, üye alınan yeni "tip" ahlaksızlarla, namuslu Kafkasya kökenliler, nasıl birarada durabilir?!..
TC. Hükümetlerinin ve düzen Partilerinin savunduğu, bu namussuzluk ve soyguncular düzenine, tüm uğradığı baskılara rağmen, boyun eğmeden direnen ve KAFKASYA KÖKENLİLERiN de dostu olan, tek parti, DEMOKRASİ PARTİSİ'dir. Bu nedenle de, DEP'i ve dostlarımızı, sadece Kafkasya kökenliler ve diğer namuslu kalmayı becerebilmiş kişiler destekleyecektir! ..
TÜM KAFKASYA KÖKENLİLER BİRLEŞİNİZ!
KAFKASYALILAR BİRLİĞİNİN ABREKLERİ, HAZIRLANINIZ! BU SEÇİMLERDE; DEMOKRASİ PARTİSİNE YARDIM EDİNİZ!
YAŞASIN KAFKASYALILAR BİRLİĞİ !
KAFKASYALILAR BİRLİĞİ
21 0CAK 1994
Refah Parti'sinin, dindar geçinen şarlatanlarıyla, üye alınan yeni "tip" ahlaksızlarla, namuslu Kafkasya kökenliler, nasıl birarada durabilir?!..
TC. Hükümetlerinin ve düzen Partilerinin savunduğu, bu namussuzluk ve soyguncular düzenine, tüm uğradığı baskılara rağmen, boyun eğmeden direnen ve KAFKASYA KÖKENLİLERiN de dostu olan, tek parti, DEMOKRASİ PARTİSİ'dir. Bu nedenle de, DEP'i ve dostlarımızı, sadece Kafkasya kökenliler ve diğer namuslu kalmayı becerebilmiş kişiler destekleyecektir! ..
TÜM KAFKASYA KÖKENLİLER BİRLEŞİNİZ!
KAFKASYALILAR BİRLİĞİNİN ABREKLERİ, HAZIRLANINIZ! BU SEÇİMLERDE; DEMOKRASİ PARTİSİNE YARDIM EDİNİZ!
YAŞASIN KAFKASYALILAR BİRLİĞİ !
KAFKASYALILAR BİRLİĞİ
21 0CAK 1994
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder