2011/05/02

(49)01/05/2011- Sayın ATANBA FATİH ATAN "1 MAYIS 2011 TAKSİM İŞÇİ MİTİNGİ'NDE 'ETNİK KİMLİĞİNİ' ÖNE ÇIKARANLAR,1 MAYIS 1977'YE DİKKAT ETSİN!" DEDİ.


01 MAYIS 1976 - 01 MAYIS 2011

Sevgili abhazyam.com üye ve izleyicileri. 1 Mayıs "Çalışanların Bayramı"
kutlamalarına 1 Mayıs 1976 yılında 21 yaşında İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi öğrencisi olarak, 36 yıl önce İstanbul Yüksek Öğrenim Derneği (İYÖD) ve DEV - GENÇ Pankartları altında Beşiktaş’tan Taksim’e doğru yürüyen "Öğrenci Gençlik" Mensubu olarak katılmıştım.

1976 yılında ki 1 Mayıs Taksim "İşçi Bayramı" Kutlaması, 12 Mart 1971 Ara Rejimi sonrasında toplumda yaşanan sinmişlikten kurtulmanın bir nüvesi olmuştur.

1 Mayıs 1976 "Taksim İşçi Bayramı" Kutlaması 1977 yılında daha görkemli bir katılımın olacağının göstergesi idi.

Bizler, 1 Mayıs 1977 Mitingi'ne DEV – GENÇ örgütlenmesi içerisinde bulunan Öğrenci Gençlik Yapılanmasında, meydanda toplanan 500.000 kişinin üzerinde ki emekçi sınıfı ile birlikte, DİSK Öncülüğünde ki Emekçi Sınıfı'nın bayramına katıldık.

Ancak, egemen sınıfların "emekçi sınıfının" bu derece yoğun olarak toplanmasından dolayı rahatsızlık duyduğu için yaratılan provokasyon eylemi nedeni ile coşku içerisinde süren tören tarihe 36 kişinin yaşamını yitirdiği ve 100’ün üzerinde kişinin yaralandığı "Kanlı 1 Mayıs" olarak geçti.

1 Mayıs 1977’de Taksim’e çıkmak için Beşiktaş’ta toplanmıştık, ancak DEV – GENÇ Yapısı genişlemiş, öğrenci gençlik, işçi kesiminden, kırsal kesimden gelen emekçi insanların katılımı ile 50.000 kişiyi bulmuştuk.
Kortejimizin bir ucu Taksime ulaştığında, sonu daha Beşiktaş’ta bulunuyordu. Bizler Taksim Anıtı Önüne yerleştiğimizde, içerisinde "figüran olarak kalacağımız" oyun da başlamıştı.

Ben de, arkadaşlarım ile birlikte, bir an'da Kazancı Yokuşu'nda yaşam savaşı veren insanların içerisinde kaldım.
Ve onlarca insanın ölümüne yol açan o meşhur "kamyon" benim yaşamımı kurtardı.

Yani, işin özüne bakarsak 1 Mayıs 1977, "yaşama yeniden başlamış olduğum bir tarih" olarak hafızamda yer aldı.

1 Mayıs 1978, aynen 1976 1 Mayıs’ı gibi emekçi sınıfının yaralarını sarma ve yaşanan provokasyondan ders alma günü olarak tarihe geçti.

Devlet organlarının ve basın – yayın organlarının yapmış oldukları "1977’de ki gibi provokasyon çıkacak", "evlerinizden dışarı çıkmayın", "1 Mayıs Mitingine katılmayın" çağrılarına rağmen, miting yoğun bir katılım ile gerçekleşti.

Bizler de yine DEV – GENÇ Pankartı ile Beşiktaş’tan Taksime doğru yürüyüşe geçtik..

Emekçi sınıfı ile birlikte 1 Mayıs Bayramı’nı kışkırtma ortamı olmadan kutladık.

Ancak Emekçi Sınıfı’nın kendi "ellerine" yeniden güven duymaya başlaması ve 1 Mayıs Mitingi’ni her türlü baskıya rağmen geniş bir katılım ile kutlaması "egemen Sınıfları" rahatsız etti ve Taksim Meydanı’nı 1 Mayıs Kutlamalarına kapattı....

Emekçi Sınıfı, 1978 sonrasında en doğal hakkı olan 1 Mayıs’ı Taksimde kutlamak hakkını almak için demokratik mücadelesini sürdürdü..
Ta ki 2010 yılına kadar.

AKP Hükümeti’nin Lideri olan Başbakan Sn. Recep Tayyip Erdoğan’ın 2008’de 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlamak isteyen Emekçi Sınıfı’na karşı kullandığı "ayaklar baş olmaya kalkarsa, kıyamet kopar" deyimine rağmen, emekçi sınıfı aradan geçen 32 yıl sonrasında (1978 – 2010) Taksim Meydanı’na çıktı.

Birey olarak orada bulunamadım ama, kalbim ve ruhum orada idi.

1976 – 1977 – 1978 yıllarında Taksim Meydanı’nın coşkusunu ve hüznünü yaşayan birisi olarak, "2010 yılında ki emekçi sınıfının eylemini, 1976 yılında ki silkiniş mitingine benzettiğimi" sizlerle paylaşmak isterim.

1 Mayıs 2011 Taksim Kutlamaları öncesinde emekçi sınıfı tarafından yapılacak olan kutlamalar, 1977 yılında ki sol guruplar arasındaki çelişkileri açık bir biçimde kullanan egemen güçler tarafından, özellikle son yıllarda ciddi olarak ortaya çıkan "etnik kimlik" çelişkilerini kullanarak, kışkırtıcı bir ortam yaratılmaya çalışıldığını belirtmek isterim.

1 Mayıs Emekçi Bayramı, hangi etnik kimlikten olursa olsun, çalışanların dayanışma günüdür.
Bu bayramda "Etnik Kimlikler" ön planda tutulmaz, eğer insanlar "etnik kimliklerini" ön planda tutmaya kalkarlarsa, sistemi ellerinde bulunduranların "oyunlarına" alet olmak için "hazır kıta" olarak adlandırılırlar.

1 Mayıs 2011 Taksim İşçi Bayramı'na katılacak olanlar "Etnik kimliklerini" Meydanın dışarısında bırakmalı, içerisinde bulundukları sendikaların, çalışma örgütlerinin, öğrenci derneklerinin vd. STK’ların pankartları altında meydana gelmelidirler.

Abhaz, Adıge, Azeri, Balkar, Çeçen, Dağıstanlı, Ermeni, Gürcü, Kabardey, Karaçay, Laz (Mingrel), Nogay, Oset vd. Kafkas kökenliler, diğer Türk, Rum, Boşnak, Arnavut, Arap, Süryani, Kurmançi, Sorani, Zaza vd. etnik kökenliler ile birlikte "Çalışma Haklarını" istemek için meydan'da haykırmalıdırlar.

Her insanın "Etnik Kimliğine" saygı duyulduğu belirtilmeli ve bu konuda ki baskıların kaldırılması vurgulanmalıdır.

Ancak bilinmelidir ki "Ekonomik Özgürlüğünü ve Örgütlülüğünü" elde eden toplumlar "Hak İsteme ve Arama Örgütlülüğüne ve Özgürlüğüne de" sahip olabilirler.

Şu da bilinmelidir ki;
sistemi ellerinde bulunduran, Çok Uluslu Şirketler (ÇUŞ) ve sermaye sahipleri için "Etnik Kimlik" o kadar önemli değildir.
Elde edecekleri "Artı – Değer'e" bakarlar.

Onlar için "etnik kimlik" ancak sistemleri, yönetimleri "Emekçi Sınıfı" tarafından sorgulanmaya başladığında önem taşır ve kendi çıkarları için acımasızca kullanılır.

Yakın Tarih bunların sayısız acı örnekleri ile doludur.

Son dönemde Kafkasya, Orta Doğu, Kuzey Afrika’da yaşanan örneklere bakmak yeterlidir.

1 Mayıs 2011 Taksim Emekçi Bayramı’nda "Etnik Kimlik" konusunu ön plana alan kişi ve kurumların, 1 Mayıs 1977 yılında yaşanan "kışkırtıcı gurup" konumuna düşmemeleri için dikkatli olmaları gerektiğine inanıyorum.

30 Nisan 2011 tarihinde NTV Programında yaşanan KESK ve Kamu – Sen kavgasının meydanlarda yaşanmamasını diliyor.

Hangi etnik kökenden olursa olsun, bütün çalışanların 1 MAYIS İŞÇİ BAYRAMI'nı kutluyorum.

1 Mayıs 2012’de Taksim Meydanı’nda buluşmak dileği ile.

Saygılarımla.


KAYNAK:

www.abhazyam.com

2011/04/03

(48)03/04/2011- Esen Zafer (Çyüpha) "DİASPORA HALKI İLE BULUŞMAK İÇİN KİMSEDEN İCAZET ALACAK DEĞİLİZ!” DİYEREK GELİN

Sayın Abhazya Cumhuriyeti Devlet Başkanı Bagapş, İnternet ortamında 7 Nisanda Türkiye’ye geleceğiniz duyuruldu.
Bu güne dek, tarafınızdan ve Türkiye’deki Apsuvaları temsil ettiklerini iddia eden Kaffed ve Abfed tarafından da bir açıklama yapılmadı.


Ne yazık ki her iki kuruluştaki yönetimler de, Türkiye‘deki Apsuvaları temsil ettiklerini iddia etseler de, bu güne dek tutarlı, onurlu politikalar üretmeyen, gerçekte Apsuva toplumu ile sağlam bağları olmaktan ziyade, ticaret dünyası ile bağları olan ve toplum tarafından politikaları eleştirilen ve hatta reddedilen iki kuruluşun yönetimleridir.


Bu güne dek, bırakın Abhazyaya geri dönüşü teşvik edici çalışmalar yapmayı, tersine geri dönüşe niyeti olanları dahi ürküten politikalarının yanı sıra, izledikleri siyasetle, Abhazya’ ya olan güveni sarsan, kendi ticari ve koltuk amaçlarına Apsuvaları alet etmekten öteye gitmemişlerdir. Birbirlerini bölücükle suçlamışlar düşmanca tavırlar geliştirmişlerdir.


Türkiye‘de Abhazya’yı bir kabile olarak tanıtacak çalışmaları ile halkımızın bir kesiminin nefretini kazanmışlardır.


Bunu dile getiren bir avuç insanı, susturma, yok sayma politikalarına bu güne kadar devam etmişlerdir.


Bizler sizi Türkiye‘de görmek için, Apsuvalarla bağınızı sağlamlaştırmak için uzun süre bekledik. Ancak bu şekilde, bu tarzda değil.


Osmanlı İmparatorluğundan bu güne dek Türkiyede Apsuvaların onuru, bu denli zedelenmemiş, bu denli hakarete maruz kalmamışlardır.


İnsanlarımız utanmakta, ortalıkta veya yüze karşı konuşamamaktadır ve haklıdırlar.


Türkiye‘de yaşayan Apsuvaların her ailesinin yarıdan fazlası Çarlık Rusyası tarafından öldürülmüş, kırılmış, sürülmüştür.


Bizler, sürgün çocukları olarak büyüklerimizin hikayelerini unutmadık.


Kendi halkımızın kanından nemalananları da unutmadık.


Bu durum zaten, Diaspora ile Abhazya arasında bağları sağlamlaştırmak için bir problem iken, Gürcistanın saldırısı ve vatan savunması ile bu problem kısmen aşılmış, ancak adımıza hareket eden kadroların, utanç verici siyasetleri ile, bu kez Abhazya ile Apsuvalar arasına eskisinden daha beter bir ayrılık, soğukluk sokulmuştur.


Medya bu işbirlikçi düzenbazlara hizmet etmektedir.


Bizlerin sesinin size ulaştığını düşünmüyoruz.


Türkiye’de bazı kesimler, sizin şahsınızda yönetiminiz pro-Rusçu, hatta Abhazya topraklarını Ruslara satmaya hevesli, şeklinde tanıtmıştır.


Halen Demir Perde ülkesi gibi az ve sağlıksız bilgi aldığımız Abhazyanın Real politikalarını görmeye çalışarak, Abhazya ve Apsuvalar arasında ilişkileri sağlamlaştırmaya, Diasporanın Abhazya’ya desteğini arttırmaya çalışan insanlar, karalanarak veya yok sayılarak, emperyalistlerin Abhazya üzerindeki niyetlerini gerçekleştirmeye çalışan bu karanlık kesimlerin, sizi bir kaçak işçi gibi Türkiyeye getirme anlaşmalarını utanç verici bir durum olarak görüyoruz.


Siz bizim için bir buçuk asır sonra Apsuva onurunun Bayrağını taşıyan, Devletimizi inkarlara rağmen Dünyaya duyuran, kendi ülkesinde özgür yaşam hakkını, bizleri Diaspora çocukları yapan, Rusya‘ya da kabul ettiren Onurlu Devlet Başkanımızsınız.


Lütfen bu biçimde, bu kendi halklarına saygısı olmayan adamların çağrısı ve yöntemleri ile Türkiye’ye gelmeyin.


Onların umurunda olan tek şey, kendi karanlık amaçlarıdır.


Hakkımızda Türkiyede ağır hakaretlerle yazıp çizen, bizleri köle olarak tanıtan densizlerin, diline bir sebep daha vermeyiniz.


Bizi satın alınan, değersiz insanlar konumuna düşürecek bu adım, ancak bir avuç kötü zihniyetli çıkarcı veya cahil insanları sevindirecek, Apsuvalara ise tamiri zor bir zarar verecektir.


Eğer siz "Diaspora halkı ile buluşmak için kimseden icazet alacak değiliz!" diye bir açıklama ile ziyarete gelmiş olsa idiniz, vatan için ölmeye hazır evlatlarımız ve bizler size etten bir duvar örerdik.


Hükümetler gidicidir.


Geriye kalan ve uzun vadeli olan, sağlam, onurlu atılan adımlardır.


"Bir milletin büyüklüğü sayısal çoğunlukla değil, erdemli insanların çok olmasıyla ölçülür!" sözünü dünyaya kanıtlayan Abhazya Cumhuriyeti Devlet Başkanı olarak, sizden Apsuva halkının bir kızı olarak rica ediyorum.


"Bu şekilde Türkiye’ye gelmeyin!"


Saygılarla,


Kaynak:




www.abhazyam.com

2010/04/27

(46 )- (Abhazya Komünist Partisi'nin Başkanı Rahmetli Enver KAP-BA'nın oğlu) Gagra Şehri Vali Yardımcısı Taymuraz KAP-BA açıklama yaptı

25/04/2010(www.abhazyam.com)
Gagra Şehri eski bir okuluna yeniden kavuşuyor. Okulun Tamir ve onarım işlemleri için finans desteği Rusya Federasyonu Krasnodar Eyaleti Tamir İşleri Dairesi Tarafından sağlanıyor.

Krasnodar Eyaleti Valisi Aleksandr TKACHEV yapmış olduğu konuşmada "Bu okul tarihin bizlere bıraktığı bir kültür mirasıdır, binanın tarihi özelliği korunarak onarım işlemleri tamamlanacaktır" dedi. Okul 500 öğrencinin öğrenim görebileceği biçimde onarılacaktır. Okulun onarım maliyeti 300 Milyon Ruble olarak hesaplandı.

Gagra 2 No.lu Rus Okulu 1904 Yılında Rusya İmparatorluğu Kraliyet Ailesi Üyesi Prens Aleksandr OLDENBURG tarafından yaptırılmıştır. XX. yüzyılın başlarında okul bilimsel öğretimde eğitim gören önemli bir okul olarak yer aldı. Okul II. Dünya Savaşı sırasında askeri hastane olarak kullanıldı.

Apsnypress Haber Ajansının Gagra Şehri Vali Yardımcısı Taymuraz KAP-BA'dan aldığı bilgiye göre "Okulun tamir işlerinde kullanılacak olan malzemeler Soçi Şehri'nden sağlanacaktır. İnşaatın orjinaline sadık bir biçimde yapılıp yapılmadığının kontrolü sık sık Gagra'yı ziyaret eden Krasnodar Eyaleti Vali Yardımcısı Aleksandr İVANOV tarafından yapılmaktadır" dedi.

Kaynak: www.apsnypress.info

2010/03/03

(45)JİNEPS Ankara Temsilcisi Ahmet Cevat Benk’in, Tekel direnişçilerinden Abaza Mithat Erkuş ile yaptığı röportaj:

“Tanklarla ezmeden geçemezler”

Eksi 4 derece soğukta birbirine sıkı sıkı sokulmuş Türk, Çerkes, Laz, Kürt, Boşnak işçiler. Emekçilerin önüne konmuş ırk, dil, din gibi tüm yapay barikatları aşmışlar.
Şimdi sırada 4C var. “Biz kazanırsak ülkemizdeki diğer kamu çalışanları da kazanacak. Bizi tanklarla ezmeden geçemezler” derken vurgularındaki kararlılık hiçbir tereddüde yer bırakmıyor.

Ahmet Cevat Benk – (Jıneps Ankara Temsilcisi)
Türkiye’nin başkenti Ankara’da, Ankara’nın tam göbeğinde Sakarya caddesinde iki ay önce kurulmuş; naylon ve brandadan oluşan, odun sobaları ile ısıtılan; seyyar leğenlerden lavaboları, kırık ayaklı masalardan sofraları olan bir gecekondu semti var. İki günde bir çadırların önünden geçiyorum.

Geçen haftaki geçişimde -4 derece soğukta birbirine sıkı sıkı sokulmuş Türk, Çerkes, Laz, Kürt, Boşnak Türkiye’nin her renginden insanlar gördüm. Irkçı söylemlerle birbirine karşı kışkırtılmaya çalışılan insanları sınıf mücadelesi birleştirmiş.

Bir çadıra sokuldum, kendimi tanıttım, birisi ekmek birisi çay uzatıyor, akrabalarını görmüş gibi davranıyorlar. ‘Hal hatır’dan sonra en çok neye ihtiyaçlarının olduğunu sordum. Güldüler… “Sağ olsunlar Ankaralılar bize bakıyor, aç bırakmıyorlar, aç değiliz” dediler, ardından da “Ancak, gördüğün gibi üşüyoruz, battaniye ihtiyaç” diye eklediler.

Aradan bir hafta geçti. Çadırkent daha da genişlemişti. Merak ettim. Çerkesler’in Tekel direnişine duyarlılığı nedir diye...

İlk önce Hatay çadırında bir Çerkesin olduğunu öğrendim. Onu bulmuşken hemen bir röportaj yapmak istedim. Röportaja başladıktan sonra duyan başka Çerkesler de geldiler. “Ne kadar Çerkes var eylemde” diye sorduğumda “çok ama kaç tane olduğunu bilmiyoruz” dediler.

Ancak; Tokat ve Samsun çadırında oldukça fazla olduğunu söylediler. Sonra araştırdım Türkiye’de Çerkeslerin nüfusa oranı ne kadar ise, Tekel işçilerinin içinde de o kadar Çerkes varmış. Bir bölümüyle hatıra fotoğrafı da çektirdik.

Daha sonra Mithat Erkuş’la röportaja devam ettik.
Mithat Erkuş, Hatay Reyhanlı doğumlu. Baba Abaza ve Agaçe ailesinden, anne Adıge-Abzah ve Tuğuj ailesinden. Kendisi ana dilini kullanmayı tercih ediyor. Üç kız, üç erkek, altı çocuğu var. Tam 59 gündür Tekel direnişinde, sadece 3 gün memleketine gitmiş. Diğer günler Ankara’da. Hatay Tekel işçileri direniş çadırında yaşıyor.

Günlerdir kamuoyunun gündeminde olan tekel grevini bir Çerkes gözü ile Mithat Erkuş anlattı:

-Nedir sizi karda kışta burada durmaya zorlayan neden?
-Tabi ki 4/C-Nedir bu 4/C-4/C işsizlik demek, güvencesizlik demek, kimliksizlik demek, yoksulluk demek, aldatılmışlık demek.- ‘Kimliksizlik’ten neyi kastediyorsunuz? Yeni biriyle tanıştığınızda adınızı ve ne iş yaptığınızı söylersiniz. Doktorsanız doktorum, Tekel işçisi iseniz Tekel işçisi, çiftçiyseniz çiftçiyim dersiniz. Düşünün biz 4/C yi kabul etmiş olsak bizi nereye verecekleri belli değil. Ne zaman işten atacakları belli değil. Demek ki işimiz belli değil, elimizi uzattığımızda yüzümüz kızaracak kimliğimiz olmadığından. Yüzümüzün kızarmaması için mücadele ediyoruz.

-Hükümet zaman zaman açıklamalar yapıyor, kamuoyunun da kafası karışıyor. Örneğin hükümet; “İşlerini garantiliyoruz. Hesaplarına 30-40 bin lira yatırıyoruz” gibi açıklamalar yapıyor, yalan mı söylüyorlar?
-Efendim olur mu öyle şey? Yatırdıkları para bizim kıdem tazminatımız. Bizim kazanılmış hakkımız o para, bir bağış falan değil ki… Zaten her çalışana, işten atıldığında ya da emekli olduğunda verilmek zorunda. ‘İş güvencesi’ dedikleri ise 11 ay çalıştırma sözü. Bunları hukuksal güvence altına almıyorlar ki. Sadece söz, şimdi başlatır yarın atarlar…

-Yani hakkınızın yasa ile garanti altına alınmasını istiyorsunuz.
-Tabi ki. Ayrıca bu 4/C ve özelleştirmeler ve mağdurları konusu hükümet konusu değil ki, hükümet bu konuda taşeronluk yapıyor. Türkiye’deki KİT leri ve doğal kaynakları pazarlayarak elde ettiği gelirin bir kısmını kömür ve sosyal yardım adı altında yoksul halka dağıtmak ve bu yöntemle yeniden seçilip talanı devam ettirmek için var.

-4/C yi uluslararası tekellerin mi dayattığını söylüyorsunuz?
-Elbette, yoksa hükümet bu kadar direnir mi 10.000 işçi için…

-Peki tekel neden bu duruma geldi sizce?
-Gayet açık. Uluslararası tekeller ekonomimizi belirliyorlar. Şu anda borsa 50 binlerde, dolar 1500’lerde. Uluslararası tekeller, hükümet kendilerine boyun eğmezse tıpkı Ecevit hükümeti gibi 15 günde bitirirler. Bir günde borsaya dip, dolara tavan yaptırırlar. Küreselleşme adı altında saldırıp yönetiyorlar. Öncelikli yem bizim gibi ülkeler. Önce ekonomimizi batırıyorlar, batırıyorken de çıkartırken de kazanıyorlar. Batırıyorken daha fazla kazanıyorlar. Örneğin; bir kriz çıkarttıklarında hemen yüksek fiyattan borsadan satışa başlıyorlar, sonra elde ettikleri paralarla ucuz olan dolardan alıyorlar. Yani yüksek fiyattan hisse satıp düşük fiyattan dolar alıyorlar. Bu arada borsa dibe vuruyor, dolar tavana çıkıyor. Sonra ‘eyvah’ feryatları yapıyorlar. Peşinden IMF’yi gönderiyorlar. IMF borç para veriyor, açıkları borçla kapatıyorlar. Kaçan para bizim gibi çalışanlara yazılıyor, cefasını biz çekiyoruz. Sonra Erdoğan gibi bir kahraman buluyorlar. O kahraman ekonomiyi ve halkı kurtarıyor.

-Nasıl yani?
-Şöyle, eli kolu bağlı ve her denileni yapmaya hazır bir başbakan var ortada. İster Irak’a asker göndertin, ister Ortadoğu’daki sorunlarınızı çözdürtün. Her şeyi yaptırırsınız. İstediklerinizi yaptığı sürece ekonomisiyle borsası ile doları ile oynamazsınız. Ama bir gün istediğinizi yapmazsa bir gecede kredi kuruluşlarının notu b eksiye döner. Oylar yüzde iki buçuğa iner.

-Siz özetle tekel işçilerinin sorunlarını globalizm mi çıkarttı diyorsunuz ?
-Tabi ki. Bakın Türkiye’de 5-10 yılda bir kriz çıkartılıp IMF gönderilir, IMF yeniden yapılandırır ekonomiyi, alacağını tahsil edebileceği gibi…

-Bunun tekelle ilgisi ne ?
-Tekel’le ilgisi şu; önce denetimsiz ve kalitesiz tütün ektirdiler, sonra bunları depolara doldurtup beklettiler, sonra sigara fabrikaları zarar ediyor diye sattırdılar. Amaç piyasayı yabancı tekellere teslim etmekti ve ettiler. Şimdi biz ellerinde kaldık. Bizi de bir şekilde başlarından atmaya çalışıyorlar.

-Siz olsaydınız ne yapardınız?
-Kaliteli tütün ektirirdim. Tarlada denetlettirirdim. Tekel fabrikalarını modernize ederdim. Yabancı sigara piyasasını azaltır, paranın köylümüze ve işçimize gitmesini sağlardım. Bu sadece tütünde değil diğer tekel ürünlerinde de böyle…

-’Devlet işletmecilik yapmaz’ tezine siz nasıl bakıyorsunuz?
-Bu sadece AKP’nin anlayışı değil, global sömürü düzeninin tezi. Bilimsel düşünün. Bir işyerinin başarısı ya da başarısızlığı, işyeri sahibinin kamu ya da özel sektör olması ile ilgili değildir. Tamamen kurduğunuz sitemle ilgilidir bu. Koç da, Sabancı da kendilerine sistemler kurmuşlardır. Ama hiçbiri işyerlerinin başında durmaz, sistem işler. Kamu iyi bir sistem kurarsa hiçbir sıkıntı olmaz. Geçmişten örnekler de verebiliriz. Et Balık Kurumu, SEK, Sümerbank gibi kuruluşlar Türkiye’nin gözde kuruluşları idi. Çok başarılıydılar, ama satıldılar, yok edildiler. Bakın etin kilosu 30 bin lira oldu. EBK olsaydı olur muydu? SEK ve EBK olsaydı tarım biter miydi?

-Anlıyorum. Peki 59 gündür ne yiyor ne içiyorsunuz ?
-Ankara halkının sayesinde yaşıyoruz. Bizi hiç aç bırakmıyorlar.

-Türk-İş vermiyor mu yemeğinizi?
-Yüzde doksanını Ankara halkı, yüzde 10 unu sendika karşılıyor. İnanın ilginç destekler alıyoruz. Evlerden pasta börek getiren kadınlar, 1500–2000 adet köfte ekmek getiren esnaflar, sol-sosyalist gruplar herkes destek oluyor, sağ olsunlar var olsunlar. Şu önünü kapatıp iflas ettirdiğimiz Maydonoz adlı birahane tamamen kendini kapattı. Bizim tuvalet, yeme-içme ihtiyaçlarımızı karşılamamız için bize açtı. Buranın sahibi eylemden kısa süre önce açmış burayı, 30 bin lira da borcu varmış. Kendisinden özür dilemeye kalktığımızda gülümseyerek “Ben işçi sınıfı mücadelesi için cezaevinde yatmış bir sosyalistim. O nedenle kaybedeceklerimi gözüm görmez, sizin kazanmanız benim de kazanmam demektir” dedi. Çok duygulandık. Sadece o değil bir çok esnaf gönülden destek veriyor. Hatta bazıları bize geceleri işyerinin anahtarını veriyor, bir çok arkadaşımız oralarda kalıyor gece.

-Peki ya siyasi partiler?
-Siyasi parti temsilcileri gelip konuşmalar yapıyorlar. Ama somut bir destek yok. Daha çok sosyalist partiler koşturuyor.

-Basının tutumunu nasıl karşılıyorsunuz?
-Basın önceleri bizi umursamadı? Sadece Hayat Tv, Ulusal Tv sürekli bizi gündem yaptı. Bir iki gazete, Birgün, Evrensel, Gözcü, Sözcü vb. Ancak; son zamanlarda diğerleri de bizi mecburen gündemine almaya başladı.

-Hükümetin zaman zaman ‘işçileri marjinal gruplar yönetiyor’ gibi açıklamaları oluyor. Buna ne diyorsunuz?
-Evet TKP, ÖDP, SDP, EMEP gibi partiler ve Halkevleri bizi destekliyor, sabaha kadar burada nöbet de tutuyorlar. Hatta gece üstü açılan işçilerin üstünü bile örtüyorlar. Mahallelerden yiyecek-giyecek toplayıp dağıtıyorlar bize. En büyük desteği onlardan gördük. Onlar marjinalse biz de marjinaliz. Bu söylemler aslında bir gelenek. Hani Tayyip bey her türlü düşünceye saygılı idi. Neden onları farklı ifade ediyor?

-Burada işçiler arasında siyasal bir birlik ya da fark var mı?
-Hangi anlamda sorduğunuzu anlamadım ama anladığım kadarı ile; burada ideolojik anlamda farklı insanlar yok. Burada hak-hukuk, işçi sınıfı ideolojisi var. Ama sistem tarafından yaratılmış suni ideolojileri soruyorsan, türbanlı-türbansız, MHP’li, AKP’li, CHP’li, BTP’li her türlü düşünceden insan var. Hiç bir sorun yok. Zaten emekçiler için konmuş barikatlar vardı, biz onları kaldırıyoruz.-Nedir onlar?-Irkçılık, dincilik vb.

-Ne kadar işçi var burada direnen?
-Burada sürekli duran 1000-1500 işçi var. Ancak sürekli değişen, gelip gidip nöbet devralan 3500 işçi var.

-Kaç yıldır tekelde çalışıyorsunuz?
-12 yıldır. Eşim de 4/C’li. 8 yıl önce aynı durumla karşı karşıya idi. O zaman kaybedilmişti. Şimdi eşim mahalli idarelerde çalışıyor. O zaman tayinini çıkarttılar, hamile olduğu için kabul etti 4/C’ yi.

-Hükümet ay sonunda müdahale edecek. Ne yapacaksınız?
-Buradan, bizi tanklarla ezmeden geçemezler. Asla ve asla teslim olmayacağız. Yenilmeyeceğiz. Hiçbir güç bizi dağıtamaz. Bunun için Ankara halkını dağıtmaları gerekir. Ankara halkı bizim çevremizi çevirecek o gün.

-Kadınların oranı ne burada?
-Aslında kadınlar çok dirençli ama kadın olmaktan kaynaklı sorunları var ne yazık ki, çocuklarına da bakmak zorundalar, sık sık memleketlerine gidiyorlar. Ama şu anda oran yüzde 20 civarında.

-Başka hangi kurumlar destek veriyor?
-Unuttuğum en önemli kurumlar kamu sendikaları, özellikle KESK ve bağlı Eğitim-sen seferberlik halinde. Her sorunumuzda yanımızdalar. Gerek yardımlarda, gerekse görüşmelerde.

-Son olarak eklemek isteğiniz bir şey var mı?
-Bakın bu uluslararası bir saldırı.
Biz kazanırsak ülkemizdeki diğer kamu çalışanları da kazanacak.
Biz kazanırsak Yunanistan’daki işçiler de kazanacak.
Biz kazanırsak Kore’deki işçiler de kazanacak.
Dünyadaki işçiler kazanacak.
Nasıl dünyada mal ve hizmetlerin değerini şu anda kapitalizmin yarattığı piyasa belirliyorsa, bizim emeğimizi ve ücretimizi de biz belirleyeceğiz.
Bizim belirlediğimiz emek, mal ve hizmetlerin fiyatını belirleyecek.
Direnecek ve kazanacağız.


Kaynak:JİNEPS GAZETESİ ŞUBAT 2010http://www.jinepsgazetesi.com /index.php?module=news&news_id=11183&cat_id=79

2009/02/28

(44)UNUTAN! DOST’A

(19 yıldır tanıdığım bir Dostla zaman-zaman buluşuruz.. Bu konuşmalarımızın birinde, “Feridun, saat geri dönmüyor isimli bir kitap yazmış. Senden de bahsediyordemişti. “Bu kitapdan bana da tedarik eder misindiye, ondan rica ettim.. Dostum, bir ay kadar sonra, kalmakta olmaya devam ettiğim şehir’e döndüğünde, beni aradı. 12 Şubat 2009 tarihinde kitabı verdi.. Vaktimi ayırdım.. Baştan sona kadar okudum..
Benimle ilgili yazılan bölümün, sonsmının yanlış olduğunu gördüm. Bunları ıklamak istiyorum!. Feridun dostun adresini bilmediğim için, düzeltme yazımı, “belirli yerleregönderiyorum.. ÇEKA)



Yazıma, yaşamış olduğu sağlık sorunları nedeniyle Feridun Dost’a “geçmiş olsundiyerek başlıyor, kaybettiği oğlu için, çok üzüldüğümü bildiriyor ve sabırlar diliyorum..

Feridun Dostun, geçirdiği rahatsızlıkların, “yanlış hatırlama ve zaman kaymasınasebep olduğuna ve konuların sıralamasında hata yapıldığınainanmak istiyorum..”
Keşke, kitabını basıma vermeden -bazı dostlara evvelden yazıp sorduğu gibi- arayıp bana da sorsaydı, kitabını daha da zenginleştirecekbilgilerialabilirdi(Bulunduğum yer aynı şehirdir. Beni bulmak isteyen herkesi, evime kadar getirecek Türk, Kürt ve Kafkasya kökenli Devrimci kişiler, halen mevcuttur!.)

Feridun Dost; M.Gür ile ilgili anlattıklarının altına(kitabının 75.Sayfasına)sanki onunla ilintili bir durum varmış gibi -üstelik özeleştiri yapma adına- benimle ilgili bölüm konulmuş, doğrularla yanlışlar karıştırılarak, Partim’den, nasıl! gittiğim, “özetlenmiştir!.”

Demiş ki; “Mutlaka uygulamada eksikliğim/eksikliğimiz olmuştur ve oldu da. Bunun en somut örneğini bir gece yarısı Düsseldorf’taki evimde yaşadım.
Hamburg Parti Örgütü Sekreteri Çeka yoldaş, benimle görüşmek istediğini söyledi. Parti adından da anlaşılacağı gibi, gözü kara, fedakar, canını gözü kapalı parti için verecek, o zamanın deyimi ile 24 saat devrimcisi bir yoldaşımızdı. Ben Hamburg’a gittiğimde onda misafir olurdum. Birbirimizi çok severdik. Bu insana görev verdin mi gözün arkada kalmazdı. Bu yoldaşın sorumluluğunda İşçinin Sesi olaylarında bu bölgeden geçici olarak İngiltereye belirli yoldaşların zaman zaman kaydırıldığını da duydum.”
Buraya kadar yazılanlara karşı, hiç kimseyanlıştır” diyemez..

Fakat bundan sonrayanlışlarbaşlıyor:
Yoldaş akşam geç saatlerde bana geldi. Hoş beşten sonra konuya girdi. O konuşuyor, ben dinliyordum. Bu yoldaşa geçmişte üst düzeyde, yani PB düzeyinde eğitim sözleri verilmiş, bir dönem bu söz savsaklanmış, sonra da unutulmuş, kendisine bu konuyla ilgili hiçbir ıklama yapılmamış v.b. ıklamalar yapıyordu. Ancak bu ıklamalarında parti üst yönetimini eleştiriden öteye aşağılar bir öz olduğunu sezinliyor ve dikkatle dinliyordum. Saat gece yarısına gelmişti. Herhalde ben de çok yorgundum. Konuşmasına aravermişti bilmiyorum. “yoldaş bitirdin mi konuşmanı” dediğimi hatırlıyorum. O da “evet yoldaşdedi. Benbak yoldaş bütün konuşmalarının özünde sen, ben artık bu partide var olmayacağım dediğinin farkında mısın” diye sordum. O da banaevet yoldaş farkındayım” dedikten sonra bana; “yoldaş sizden bir dosya kağıdı rica edeceğimdedi. Ben partiden ayrılacağını belirten bir şeyler yazacağını anlamıştım. Buna rağmen boş bir dosya kağıdını önüne koydum. Çeka yoldaş kalemi alıp;
Türkiye Komünist Partisine......tarih
Çok sevdiğim Türkiye Komünist Partisinden ayrılıyorum.
Saygılarımla
İmza.Çeka
İmzalayarak bana vermişti. Ve biraz soğuk bir ayrılış olmuştu. Daha sonra düşündüğümde; yoldaşın bu durumuna daha farklı yaklaşabilirdim. Onu kazanmak için daha fazla çaba sarf edebilirdim. Partiye okadar emek vermiş bir insanı bir anda kaybetmiştimdiye, yazmış!..

M.Gürsorunu” 1981 yılında, Parti okulunda Şiko Yoldaş tarafından bizlere ıklanmıştır.. (Ben 1985 Şubat’ına kadar, Avrupadaki görevlerimin başındaydım..)
Şiko Yoldaş, M.Gür ile ilgili olarakfikrimizisorduğunda, ona cevabım şu olmuştu.. “İnşallah bizim oraya gelir!.” (M.Gür’e ve görev yapan herkesin emeğine değer verdiğim için, bütün yoldaşlarıma hep saygılı davranmışımdır. Fakat, bizim kültürümüzden olmayanlar, “bizianlayamamışlar ve kendilerini -fazla- önemsemişlerdi!..)
M.Gürsorunuile ilgili olduğu için, küçük bir “hatırlatmayapayım:
..1981 yazına gelinmişti.. PartimizinTürkiyeye ikinci bir emire kadar gidilmeyecekkararı devam etmekteydi.. O nedenle de herkes, Türkiye dışında bir yerlere gitmişti.. Ben de, hanımım ve çocuklarımla beraber, Portekiz’e, Portekiz Komünist Partisinin güçlü olduğu bölgeye gidecek, orada hem dinlenecek ve hem de Ordu merkezli Portekiz Karanfil Devrimini, yerinde öğrenecektim..
..Hareket etmek üzere, arabaya bineceğimizrada, A.S. telefon etti.. Benimle görüşmek istediğini söyledi.. Frankfurt’a A.S. ‘nin evine gittim.. Bana “M.Gür Konferans toplamaya kalkacakmış.. Bulgaristan’a gidip -oradakilere- durumu anlatır mısınız” dedi.. “Olurdedim. “Üç gün sonra orada olabilir misinizdedi. “Olurumdedim.. Gidiş güzergahım Amsterdam, Rotterdam, Brüksel, Paris, Marsilya, Barselona, Lizbon’du. Gecerken uğrayacağım Dostlara durumun değiştiğini bildirdim ve sonuç olarak, Portekiz yerine, Bulgaristan’a ulaştık.. Denileni yaptım.. Orada 10 gün kalıp, döndük..
Yani M.GÜR meselesinin ardından, onunlailintiliymişimgibi anlaşılacak şekilde, benden bahsedilmesi YANLIŞTIR!.

Türkiye’de Parti çalışması yapma durumum, 1983 Ekiminden beri gündemdeydi.. (Bu sebepden dolayı, 1983 Aralık sonunda, benim Türkiyeye gitmeme izin verilmiş, bir hafta içinde; İstanbul, Ankara, Gaziantep ve Urfa’da görüşmeler yapıp geri dönmüştüm..)
O nedenle de, benim önerim ve Partinin onayıyla Karslı dostuma görevlerimi teslim etmiştim. (Bir süre sonra -Karslı dostumun bazı özel sorunları nedeniyle- sorumluluğu tekrar üstlenmek durumunda kaldım..)
1985 yılının Şubat ayının ilk haftasında, görevlerimi yine önerim ve partinin onayı ile, MT. Dost’a devrettim.. İki gün sonra da -Partinin izniyle- Türkiyeye gittim..

Bana; “Türkiye’de uzun zaman, seninle ilişki kurulmayacaktır!. Şimdilik Parti ilişkin sadece Almanyadaki bir kişi üzerinden devam edecektir.. Kongre’de alınan kararların ışığında -Parti radyosu en üst düzeyde yoldaşdır- ilkesine dikkat ederek, onun pratik rehberliğinde, gereken çalışmaları yaparsın!” denmiştir..
(..İşçi statümü korumak için, üç ay’ı geçirmeden Almanyaya ailemin yanına geliyordum.) Almanyaya geldiğimde, raporlarımı sunuyor, yaklaşık 10 gün kadar sonra da, tekrar İstanbul’da oluyordum..
..1986 Ağustosunda Almanyaya geleceğim zaman sizi aradım.. Söylediğiniz gün ve saat’de, üst organa iletilmek üzere, RAPORUMU vermek üzere Düsseldorf’a geldim... ..Kısa bir hal-hatır sorma sohpetinden sonra, sevinç ve coşkuylakazanılan mevzilerianlatmaya başladım.(Başkaşeyleryazılı olarak sunuluyordu.)
..Sosyal demokratlarla eylem beraberliği çerçevesinde, onların Partisine üye olmuştum.. Bizim semtin İGDli, Kurtuluşçu ve bazı sendikacı Dostlarımızın desteği sonucunda, Üsküdar Belediye Başkan yardımcılığına ve ayrıca -kontenjandan- il encümen üyeliğine adım konuşulmaya başlanmıştı. (Ben bu konuları anlatırken, siz de o sırada odanızın köşesindeki ık Mutfak’da, hem beni dinliyor ve hem de beraber yiyeceğimiz şeyleri kızartıyordunuz..)
Konuşmamı bitirdiğimde, döndünüz, bana baktınız veprovokatörcediyebileceğim bir tarz’da sordunuz, “Sözlerin bitti mi Yoldaş!” “evet!” dedim.. Aynı tavır ve ses tonuylaYoldaş, siz iki Partiye aynı an’da üye olunmayacağını bilmiyor musunuz?” dediniz..
Karnımaçak saplanmış gibi olmuştu!. Şaşırmıştım.. Bakışınız ve ses tonunuz beni çok sinirlendirmişti.. O ana kadar, hiç kimse benimle böyle konuşmamıştı!. Baltam belimde duruyordu!.. İrademe hakim oldum!.. Fakat çok sert bir biçimde, Partinin 5.Kongre kararlarından alıntılar yaparak, Dimitrovdan da bahsederek, yaptıklarımın doğru olduğunu vurguladım.. Hatta;“İçeri düşersem, kendimi daha rahat savunabilirimdiye, güvenliksorunundan da” bahsettim... Buna benzer, hızlı-hızlı ve de “yüksek sesle,” birçok şey söyledim..
Yemeği unutmuştuk.. Karşılıklı oturuyorduk.. Siz, sessizce dinliyordunuz.. Bakışlarınızdan ve mimiklerinizden ikna olmadığınız belliydi!..
Aynı anda, geçmişte benizdıran konular da, beynimdenzla akmaya başlamıştı:
..5.Kongre’de çok önemli kararlar alınmıştı..
Parti üyelerinin, üyeliklerinin yenilenmesi kararı” ve
Türkiye’de artık barışçıl yoldan Devrim olamayacağının tespitibeni yakından ilgilendirenlerdendi..
Bizkararı uygulamaya geçirindiye emir beklerken, bir genelge gönderilmişti.. Bunda; “Parti üyelerinin, üyeliklerinin yenilenmesi kararı, tüm parti örgütlerinde başarılı bir şekilde sonuçlandırılmıştır” yazıyordu!.
Ben, o zaman da çokzmıştım.. Yeni şartlara göre; Parti görevlerini taşıyamayacağını düşündüklerimize, “artık tek ülke, tek sınıf, tek parti ilkesine dayanarak, DKP gibi, yerel partilerle çalışılacakdenilerek, onları devretmeyi planlamıştık.. Kalanları ise; diğerlerine belli etmeden -daha da gizliliğe çekip, kadro olarak eğiterek- Türkiyeye yönlendirecektik.. “Parti üyelerinin, üyeliklerinin yenilenmesi kararı”nın, pratikteki uygulanmasının, “iğdiş edilmesineduyduğum öfkemi de, ”SBKP Türkiye’de Devrim olmasını istemiyor! Ama, biz buna rağmen Pro-sovyet kalacağız. Biz SBKPye rağmen, Türkiye’de Devrim yapmak zorundayız!” çerçevesindeki düşüncelerimi de, “heryerdedile getirdiğimi, “bordroluların” o nedenle hep bana mesafeli durdukları aklımdan geçti..
Okul meselesini” de hatırladım.. M.GÜR ve A.S. Dönemlerinde olmak üzere, iki kereüst organ istedidenilerek, “Moskovadaki parti Okuluna gönderilmem içindilekçe yazdırtılmıştı.. Sonra, sonuç çıkmamıştı!..

..Neden devamlı “böyle ayak oyunları yapılıyordu? Neler oluyordu?”
Dert, “5.Kongreye katılmak şerefine ermem, Güvenlik sorumluluğunu üstlenmem ve Türkiye’de görev almamydı?!..”

..Ve sonra,
size dedimYoldaş, bana bir dosya kağıdı verir misiniz?”

Yüzümden, ne yapacağımı anlamıştınız!.
Yazdım..

Türkiye Komünist Partisi Merkez Komitesine, 26 Ağustos 1986
Özel nedenlerden, çok sevdiğim Partimden istifa ediyorum.
Gereğinin yapılmasını arz ederim.
ÇEKA UNUTMAZ

Size kağıdı uzattım.. Renginiz kaçmıştı..Dediniz kiYoldaş, siz buraya ayrılmayı kafanıza koyarak gelmişsiniz!.” “Hayır!” dedim. (Hala aynı “provokatörcetarzınızı koruyordunuz!. Ben, raporumu sunmaya gelmiştim.. İstifa etmeye neden gelmiş olayım ki?.. Hiçbir sebep YOKTU !..........)
Benim bu noktaya geleceğimi tahmin etmediğiniz için, çok şaşırmıştınız!
Yanlış anlaşıldım Yoldaş!. Sizi istemedenrdım Yoldaş!.” gibi cümleler kurarak, Yoldaşça bir öz-eleştiri yapacağınıza, komik bir şey söylediniz!.
Bunu, Merkez Komitesine sormalıYIZ!.”
İşte o an, kanımdan olanEthem Nejat, Kuşçubaşı Eşref, Çerkes Ethem ve Yakup Cemil’in sonları” hatırıma geldi!. Gözlerinizin içine baktım “merkez komitesinin..”diyerek, saydırdım!. Ve kalktım.. (Beni yakından bilenler, neler söylediğimi çok iyi tahmin ederler..)
O zaman, siz bana, yineYoldaş, siz buraya ayrılmayı kafanıza koyarak gelmişsiniz!. Bari, sizi arabayla, istasyona kadarrakayım” dediniz..
Artık “konuşulacakbaşka bir şey kalmamıştı!..
Sağolun gerekmez. Bir Taksi bulurum!” dedim..
Gece, kalmak üzere geldiğim evinizden, gecenin o ilerlemiş saatinde çıkıp-gittim!..


..Sizinle son olarak, yıllar sonra, Yeşilköy Atatürk Havaalanında karşılaştık..
Siz kızınızla, benim hanım da çocuklarımla, Pasaport kontrolü için kuyruk’da arka arkaya idiniz.. Arabamı park edip geldiğimde sizi gördüm ve şaşırdım..
Dostdedim.. Döndünüz.. Birbirimize sarıldık.. Öpüştük.. Kısa bir sohpetten sonra size dedim kiDost, küçük bir işim var. En fazla 10 dakikada gelirim, konuşuruz.” (Çocukları Almanyaya yolcu edecektim.. Onlara DM olarak para vermem için, Banka şubesine gidip, para değiştirmem gerekiyordu.)
İşimi bitirdim ve hemen geldim.
Kızınız yanlızdı..
Bekliyordu kuyrukda..
Siz ise yoktunuz!!.....
Gitmiştiniz!..
..................................
...................................................................................
...............................................................................................................................................................




Feridun Dost, kitabınız “teşvikedici oldu.. Ben de “hikayemden” kısa bir kesit yazıyorum:

..12 Mart 1971 muhtırası’ndan sonra ki Mayıs ayında, İstanbul-Kartal’da Polis ve İnzibatların ortak operasyonuyla; Sendikacı bir Dost ve Ordudan Devrimci olduğu için çıkarılmış bir Su Altı Komanda Astsubayıyla, buluştuğumuz yer’de, gözaltına alındım..
Önce Kartal ilçe Karakoluna, oradan Sıkıyönetim Komutanlığının merkezi olan Selimiyeşlasına götürüldük.. Oradan da Sirkecideki siyasi şubeye, yani Sansarsyan hanının en üst katına..

Necmi ve İlkay Demir, Necati Sağır, İrfan Uçar, Edip Sakarya gibi bilinenler ve tanımadığımız birçok Devrimci de, orada işkence görmekteydi.. 24 kişinin konduğuyerden”, sırayla sorguya götürülüyorduk.. Çığlıklar ve küfürler, o malum ince-uzun Koridordan duyuluyordu!.

THKO(Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu)’nun İstanbul silahlı kanadına mensupolmakla, suçlanıyorduk..

Biz Kafkasya kökenli Abhaz, Adige, Çeçen, Ubıh ve Osetlerin, şu an da da olduğu gibi, “heryerdetanıdıkları vardır.. Problem olduğunda, “çevrebir şekilde, hızla harekete geçer!.. Bu nedenle; kısa bir süre sonra, üçümüz de ufak tefekhasarlarlasuçsuz bulunarak, salıverildik.

..10 Ağustos 1971’de Türkiye’den çıktım.. TKPyi bulmak için Prag’a gittim. Türkiye Devriminin ancak, TKP ile birlikte olunursa, yapılabileceğini düşünmekteydik.. TKPyi Prag’da bulamadım!..
Trenle Almanyaya giriş yaptım.. Mannheim’da yaşamakta olan Dayımın yanına gittim.. Bir süre sonra, Augsburg’daki diğer bir akrabanın yanına geçtim.. Oradayken, yakınımız olan bir Türk bayanla beraber, Münih Grillparzer Strassedeki işçi Derneğine gittim. (Derneğin Başkanı, o hanımın aile dostuydu.)
..Bir süre sonra, bu dernek’de Öğretmen Mustafa Abi, A.M.Abi ve N.B.Abilerle Dost olduk.. Birkaç hafta sonra, “Azizdiye çağırdığımız bir Dev-Gençli arkadaş da Derneğe geldi.. AzizMahirci,” BenDenizciydim.” Azizle çok iyi anlaştık.. Çünkü, o da bir Militandı.. (Çok sonraları duydum. 1974 Af’fından yararlanıp, Türkiyeye dönmüş ve yarım kalan eğitimini tamamlayıp Avukat olmuş.. Yolu ık olsun. Onu da çok sevmiştim.. Selam olsun.. Sevgiler sana AZİZ...)
..Birgün Dernek’de, “Bu akşam TKPlilerin derneğine gideceğizdediler. Ben de “onlarla tanışırım!” diye düşündüm ve sevinerek onlara katıldım.. O Dernekdekiler konuşmarasında, Denizler aleyhineatıp-tutmayabaşladılar. Hayali sükuta uğramıştım.. Moralim bozulmuştu.. “Bunlarla Devrim olmazdiye düşündüm... Dayanamadım veDenizlerin Ajan olmadıklarını” çokzgın bir biçimde ifade ettim.. Kalktım ayağa, “alasmarladık” bile demedenşarı çıktım.. Hemen arkamdan, beraber olduklarım da geldiler..

..İşçi Derneği çevresinden olan bazı kişilerle; Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın, idamdan kurtarılmaları için, EYLEM koyma kararı alındı..
Bir komite oluşturuldu. Özel bazı işlerle ilgilenmek üzere; A.M.Abi, Aziz ve benim içinde olduğum, bir komite yaratıldı..
Kalkış ve dönüş tarihi bize uyacak olan (Akdeniz veya Karadeniz isimli) Gemilerden birisini kaçıracaktık..

A.M.Abi ve Aziz’in, neler yapacakları beniilgilendirmediğiiçin, onların görevlerini bilmiyordum..

Ben
ise; Türkiyeye giderek, İstanbul ve İzmir’den Gemiye binecek olan Devrimci Deniz subayları ve Astsubaylarla konuşacak ve götüreceğim pasaportları onlara göre ayarlayacaktım.. Gerekli malzemelerin Napoli’den Gemiye sokulma işini de, Roma’da yaşamakta olan ablam "A.A." aracılığıyla, benayarlamıştım..”

..Günlerce süren görüşmeler!. ve hazırlıklar yapıldı..

..Bir akşam, Yunan Lokalinde buluşulacaktı.. Akşam temizlik işinden çıkıp geldiğim de, nedenini bilmediğim bir sebepden, N.B.Abi ile Aziz’in “itişip kakıştıklarını” gördüm. Araya girdim.. N.B.Abi, bu sefer de bana saldırdı.. Birbirimize girdik.. Kendisi hiç de güçlü birisi değildi..

Ertesi
günü öğlen saatlerinde, N.B.Abinin, El-Fetihte eğitim aldığı söylenen arkadaşı A.M.Abi, (arkadaşının intikamını almak için) kaldığımız evin girişinde benikavgaya davet etti!.” Sonucu Öğretmen Mustafa Abi görmüştür!.

Fakat akşam ben, kavga ettiğim A.M.Abi ve N.B.Abilerin kaldığı oda’da onlarla beraber kalmaya devam etmek zorundaydım!.. (çünkü sahip olduğum Pasaportun süresi geçmişti.. Başka gidecek bir yerim yoktu!. Münih’de Kış çok soğuk geçer.. Parklarda yatamazsın.. İstasyon’da ise, Polisler hep kimlik kontrolü yapar. Bundan evvel, yaklaşık 2 ay -ensoğuk kış aylarında- Polisce mühürlendiği için, kapısı kilitli derneğin kömürlük camından geceleyin girerek, masaların üzerinde, tek bir battaniyeye sarılarak, Azizle ben, sırtrta vererek uyumaya çalışarak, orada kalmıştık.. Sonra bize acıdılar!.. Aziz’i birileri yanına aldı.. Aynı gün beni de; 15-16 Haziran 1970 direnişinden sonra Almanyayakaçmakzorunda kalan Öğretmen Mustafa Abi, evine kabul etti..
Mustafa
Abinin odası ayrıydı.. A.M.Abi ve N.B.Abi ise yandaki diğer oda’da bulunan Yatak ve Koltuk’da yatarlardı. Ben de onların kaldığı oda’da, yer’de yatmaktaydım..)

Öğretmen
Mustafa Abi, akşamları bir Araba Galerisinin yerlerini pas-pas yaparak, geçimini sağlıyordu.. Bana da orada, aynı temizlik işinden ayarlamıştı..

A.M.Abi ilekavgadansonra, akşam temizlik işini yapmak üzere, Araba satış galerisine gittim.. İşe başladım..

Düşünmüştüm
:

..25 Yaşındaydım.. Türkiye Devrimi için, ölümü göze alanlardandım..

Denizleri
kurtarmak için herşeyi yapmaya kararlıydım..

Elinde
imkanı olanlar ise, bizleri ezmeye kalkışmışlardı..

Ben
çok saygılı, fakat tek vuruşla, üst-üste konmuş iki Tuğla’yı kıran biriydim.. Ne kadar güçlü olurlarsa olsun, normal şartlarda karşıma çıkacak 2-3 kişiyi rahatlıkla ve çok kısa bir zaman içinde, etkisiz hale getirebilecek pratiğim vardı..

“Balyoz’cu Nihat Erim’e Paris’e geldiğinde gereken yapılmalıdır!” diyen ve oraya giden 3 erkek, 1 bayandan oluşan grupun içinde, o nedenlerden dolayı ben de vardım..

..Sabah çok erken saat’de, Strasburg sınır kapısına geldik. Olağanüstü kar yağışı vardı. Hava çok soğuktu.. Sınır korumalarının hiçbiri dışarıda değildi!.. Kulübelerinin camları buğulanmıştı. Bizim araba ağır-ağır geçti sınırdan.. Bizi durduran olmamıştı..

Paris’deki Derneğe uğradık, orada kızların “biz dikeriz” ısrarlarına rağmen, iğne-ipliği onlardan alıp, tuvalete gidip, orada ütü izinden yırtılan Pantolonumdaki yırtığı diktim..

Sonra Abidin Dino’yu ziyaret ettik!. Ertesi günü işimiz vardı..

Paris’de ki, Early Havaalanına gittik.. Dönüş için bakındık!. Olamazdı!.

Sabah Zafer anıtına gittik.. Merasim saatinin zamanın değiştirildiğini bilmiyorduk!..

Altdan(tünelden)geçip Zafer anıtının altına geldik..

Nihat Erim’in -sadece - Anıta koyduğu Çelenk’in kırmızı bandını alabildik!.. Yani, Paris’de bir şey “yapılamadı!”

..Dönüşde, aynı sınırda durdurulduk!.. Polisler etrafımızı sardılar.. Hepimizi indirip, üstümüzü iyice aradılar.. Aramızda ki hanım, belli olacak şekilde Hamileydi!. Onu daha da fazla aradılar!. Arabanın plaka numarası ve benim dışımdaki üç kişinin isimleri ellerindeydi.. Bizim bu sınırdan Fransa’ya girdiğimize inanmıyorlardı!. İhbarcı, Münih’ten hareket edildiğinde Arabayı gören, içindekileri ve “durumu” bilen birisiydi..
A.M.Abi, Augsburg’a gece 12’de gelip, beni yataktan kaldırmıştı(aceleyle giyinirken, tek pantolonum ütü yerinden yırtılmıştı)Pasaportumda sorun olduğu Dernek çevresince biliniyordu.. ihbarcı, bu nedenle benim de onlarla gidebileceğime ve beni yoldan alacaklarına ihtimal vermemişti!..
Sınır görevlileri Arabanın cantlarını bile söküp kontrol etti.. Onların aradıkları suikast silahları olduğu için, benim pasaportumun süresinin geçtiğinin farkına bile varmamışlardı..

..İstanbul’dan ayrıldığım tarih olan, 1971 Ağustos’undan buyana, 8 ay geçmişti...

Pantolonum ve gömleğim ütülü değilse, Ev’den aşağı inmezdim.. Bakkal’dan Ekmek almaya bile gitmeyen ben, şimdi pas-pas yapıyordum..

“Abi dediklerimizle aramızda geçenlere bak” diye aklımdan geçirdim..

Birden, kendime acıdım!.

Gözlerimden yaşlar akmaya başladı...

Mustafa Abi, kendi işini bitirip yanıma geldiğinde, ben bu durumdaydım.. Onu duymamıştım.. Karşımdan seslendiğinde, kafamı kaldırdım.. Gözlerimdeki yaşları gördüğünü anladığım da da, çok utandım!..

Sordu bana...

Anlattım..

Sarıldı bana babam gibi..

Artık sesli olarak ve hıçkırarak ağlıyordum...

..Bizi dışlamışlardı..

Ben ve Aziz olmadan “bu eylem” yapılamazdı..

Ve bizim “elimizde” hiçbir “şey” yoktu..

...Sabahleyin Mustafa Abiyle konuştum. Mannheim şehrine döneceğimi söyledim. “Haber verilirse, herşeye hazırım” dedim.. Sonra ona, kısa bir mektup da yolladım.. (

Sonradan A.M.Abinin DİSK’de görev aldığını öğrendim!. N.B.Abinin ise; Mafia Abuzer UĞURLU ile beraber olduğunu, Uğur Mumcu’nun kitabından okuduk!.)

..İki aydır kalmakta olduğum Schweinfuth’dan, 12 Haziran 1972’de Tren’e bindim.. Param Hannover’e gelmeme yetecek kadardı.. Hannover istasyonundan Otobahn’a kadar yürüdüm.. Orada oto-stop yaptım.. Bir inşaat Kamyon’una bindim, Hamburg’a ulaştım.. Akrabalara gittim..

Kısa bir süre sonra, onların yardımı ile “Kaçak temizlik işi” buldum, çalışmaya başladım..

Bu arada, Sofya Radyosuna da yazı yazıyor ve imza olarak “çöpçü” adını kullanıyordum!. Bu durumu Yelkenci Yoldaş biliyor..

..1971 sonu veya 1972 kış ayları sırasında, Hamburg’dan Münih’e geldiğinde tanıştığımız, Neşet Danış ve onun arkadaşı Ö.Y. İle, beraber hareket ediyorduk..

Öğrenci Derneğine de, gidiyorduk..

..O dönemde bizim bölge’de sadece “TİKKO’cular” olarak söylenenler örgütlüydü.. Kişi olarak iyi insanlardı, ben onlarla da arkadaş olmuştum..

1974’de Konsolosluğun güdümündeki “Eğitim Derneğini” ele geçirmeye karar vermişler.. Bizden de destek istediler.. Neşet Danış, Ö.Y. ve ben aramızda konuştuk ve “tamam” dedik..

İlk seçim’de olay çıktı.. Genel kurul iki hafta sonraya ertelendi. O Kongre’de de olay çıkması kaçınılmazdı..

“TİKKO’cu” arkadaşlara “ayrıntıları” sordum. “Herşeyimiz var! Siz hiçbir şey düşünmeyin!.” dediler..

Onların örgütlülüğüne güvendik..

Sonuç da; “hazırlanmış bir saldırıya!. hazırlıksız yakalandık..”

Desteklemek için gittiğimiz TİKKO’cu geçinenler kaçtılar.. Kitlesel bir saldırının içinde kaldık.. Neşet Danış, ben, T.M. ve öğretmen A. Arkadaş kaçmadı.. Direndi.. Dört arkadaş ağır yaralandık.. Neşet Danış, yaklaşık 3 hafta Koma’da kaldıktan sonra, Şehit oldu..

Bizden yana olanlar, gözaltına alındılar..(Sonra ki süreçde, Katillerden biri öldürüldü.. İki kişi ise, ömür boyu sürecek ağır hasara uğradı..)

Öğretmen V.C. Abimiz içeriden çıktıktan sonra, bana Kurtuluş gazetesi’ni getirmeye başladı..

Sendikacı N. Arkadaşla da 1974’den itibaren dost olmuştuk..

Böylece TKP sempatizanları olarak çalışmaya başladık..

..Bir süre sonra; benim sorumluluğumda, V.C. Abi ve M.G. Dost'dan oluşan Hamburg Parti örgütü, Yelkenci yoldaş tarafından yaratıldı..

Artık bir organ olarak uğraşıyorduk..

ATILIM gazetesinin dağıtımını ve propoganda çalışmalarımızı hızlandırdık..

..Neşet Danış’ın öldürülmesinden sonra, Turist Kürt işçilerden, vurucu güç oluşturmuştum.. Onlar bana ölümüne bağlıydılar.. O nedenle; V.Abinin ve M. Dostun “karşı” çıkmalarına rağmen; Parti çalışmamızı engellemeye kalkışan, kim olursa olsun -herkesi- cezalandıracaktım. "Sorumluluk bana ait" idi..

Derneğin yönetimine girdik.. Yönetimi etkiledik.. Elimize geçirdik..

Bölge’de, bize karşı olan siyasetleri de, kararlılığımız ve pratikteki davranışlarımızla, gerilettik...
(Partimiz, Tabanca taşımamıza izin vermiyordu!. Bundan dolayı; 80 santimlik Demir Copların hepsini, Still fabrikasında çalışırken, imal etmiştim.. Satın aldığımız Küba Palaları ve Kamp Baltaları da, vazgeçemediğimiz yoldaşlarımızdandı..)

Bir süre sonra, Berlin’den gelen, A. Yoldaşla bereber, Karslı Dostumuzu Parti’ye kazandık.. Karslı Dostum, benim her şeyimdi..

Zamanı geldiğinde.......
Parti örgütümüz sayısal olarak büyüdü..
Daha da güçlendik..

Bremen’deki Doktor dostumuzun da, emeklerini unutmuyoruz.. Ona da “SELAM!” diyorum.. Sevgilerimi ve saygılarımı yolluyorum..

..Parti’nin genelinde zaman-zaman sorunlar çıkmıştır.. Fakat benim sorumlu olduğum dönem içinde, Parti örgütüme, hiçbir sorun uğramamıştır!..

“Bizler, sorun yaratanı ve sorunları çözenler olarak” yürümüşüzdür..

Ve 1983 Ekiminde de, hayatımının en büyük “madalyasını” elde etmişimdir..


..Sonuç olarak;

Ben Türkiye’den Almanya’ya geldiğimde, Devrimciydim..

Almanya’da, “Devrimci!.” olanlardan değilim!..

Hiç, “Karı - Kız” peşinde koşmadım..
Hiç, Kumar oynamadım..
Hiç, İçki içip, sarhoş olmadım..
Hiç, Pişman olmadım..
Hiç, Tövbe etmedim..
Hiç, Arkama bakmadım..
Hiçbir çıkar beklemedim..
Yoldaşlarımın Devrimciliğini yukarıda tutarak, hep Devrimcilik yaptım..

..Şu an da, 63 yaşındayım..

23 yıldır da, Türkiye Devrimcilerini hiç unutmadan,

Kafkas diasporası ve Anavatanım Abhazya için çalışmaya devam etmekteyim..

Ve de
dimdik ayaktayım!.

Size ve arkadaşlarınıza “bulunduğunuz yerde” sağlık ve huzur diliyorum..


ÇEKA UNUTMAZ
27 ŞUBAT 2009